28 Ağustos 2011 Pazar

Sanal Alemin Yorgunları..

Değişen zaman,ruhları da değiştiriyor..

Ayak uyduruyor herşey..duygular bile..

Herşeyi umuyoruz kolayca..istiyoruz

herşeyi itiyoruz bir o kadar hızla..

isteyip ve elde edince sıkılmak..

mesafe çok kısa..                                                                   

Hayata direk tepeden başlamak istiyoruz..

En iyi, en yüksek yerden..

Hemen olsun istiyoruz aklımızdan geçenler..

sanki elimizde alaaddinin cini var..

Çabucak elde etmek

kolay hayat yaşamak istiyoruz

'kolay' ister olduk..

Çok kolay..

Bizi uğrastırmasın,yormasın

hiçbirşey..

zorlamasın..

Başımıza bela olmasın..

Sevgimizi aşkımızı bile

kolay yaşamak istiyoruz..

'Aşk' var olan anın dışında yaşamıyor..

Yaşamasın istiyoruz zaten..                                                 

Üstümüzü çıkaralım,

adını çıkarmaya gerek yok..

İstediğimiz zaman bir el çırpalım gelsin,

onun dışında 'puf' yok olsun..

Ne gerek var?

Bir bilgisayar ekranında yada

telefon düğmesinden öteye geçmesin

Çaba harcamayalım hissetmek için,

koşmayalım,anlamak,yaşatmak niye;

ulaşmak..canlandırmak o duyguları

yersiz..bu çaba neden?

Bir tuş kadar yakınken herşey

kim anlar gözlerin derinliğinde kaybolmayı?!


............

Yalan hayatların sanal yorgunları..

Duygularımızdan bile kaçar olduk..

Korkuyoruz kendimizden..

Herşey koca bir yalan..

Hissetmek yok..                                                                        

Duygu yok..Yaşamak yok..

Sanal alemin talan sesleri..

........

Dokunmaya..

Hissetmeye

Göz göze gelmeye korkar olduk..

Bir kamera,bir msn,tamam...

İnsan başka ne ister ki?!..

Hem böylesi daha makbul,

daha eğlenceli,çekici..(?!)

Bağlanma yok..

Sorumluluk yok..

Sanal bir gerçeklikte yaşar

bir anda kaybolursun..

Bir varsın,bir yoksun..

Hesap vermek te yok..

Canın isterse varsın,

istemezse yoksun..

'in a relationship'

yaparsın,                                                                      

'single' a dönüşüverir bir anda..

Bir tık kadar kolay ilişkiler..

onun bunun arkadaşı senin de sanki samimiymişsin

birşeyler paylaştığın arkadaşın gibi arkadaşın oluverir

bağlantı paylaşır,iki de yalan katar gülersin,yazarsın,

gerekenleri yaptığından eminsin..

nick güncellendi..resimler 'like' landı..

itaat eder gibi ammaaan uy bu rutinlere..

yoksa kaçıracağın şeylerin telafisi yok,mazaalah!..:( :)

...........
...........

Kolay peşinden koştuğumuz

Kolay yoldan elde etmek istediğimiz

tam da bu çağın insanları..

Eee ama hep mi engebeli,renksiz ve zor olur

bu doğruya giden yollarda;

hep mi çekici,eğlenceli ve güzel

yanlışa giden patika?!

Haklısınız tabii..(?!)

Kolay iş,Kolay para,Kolay kadın/erkek,

kolay hayatlar..

hatta kolay seks kolay ilişkilerde

giriverdi tepeden inme hayatımıza

Zora gelemiyoruz..

Gerçek ilişkiler sıkıyor biraz..

Biri azıcık sevgi dese,aşk dese

bağlanma dese arkamıza bakmadan kaçıyoruz..

Biraz duygulardan söz etse itici oluyor..

Derinlere inemiyoruz..

İnmek istemiyoruz aslında..

Yok sayıyoruz..

Biri başlar,biri biter..

amaan gittiği yere kadar sürer,

ayrılıveririz sonra..

Oturduğumuz yerden yaşamak

hoşumuza gidiyor..

Mekanik herşey..

gülme işareti, 'dürtme' anlamına gelen

'poke'lamalar..beğenmeler..

Adı ''Sosyallik'' olan yapaylığı

savunur haldeyiz..

Mekanik hayatların,mekanik duyguları,

mekanik sevişmeler istiyoruz..

ilişkilerimiz dialoglar mekanik..

Nasıl bir sevgi,dostluk ve arkadaşlıksa bu?!

Anlık iletiler,güncellenen yer imleri..

''şurdayım'', ''şuraya gideceğim''

''tam da ordaydım'' :))

nerde naptığını kimle olduğunu belirten

tweet'ler..

Onları ordan yazmasan da

daha sonra yüzyüze paylaşsan,

anılar biriktirsen, doyasıya sohbet etsen..

Çıt!..olmaz..Ben kılımı kıpırdatmam..

Ben gelemem ama gelirsen de hayır demem..

Burdayım işte gelip alsın

Ben uğraşamam

Üşenir olduk..

Sevmeye bile..

Çaba harcamak mı?

Niçin?

Aşk mı? O da ne?

Sevgi aramıyorum ki ben,amaaann..

Aşk ta istemiyorum

İlişki aramıyorum..                                                                    

Bağlanmak istemiyorum

Ee peki, sormazlar mı adama,

o zaman neden geldin, diye?

Beni mi merak ettin!..

İşte buna o zaman bende gülerim!..

.............

Kaybettik hislerimizi..

Yitirildik..

Unuttuk insanı insan yapan

ruhumuzu

Sevmekten korkar olduk..

Kimler acıttı ki canımızı

bu kadar acımasız olduk..

Yalan olduk..

..........

Bir gün yapayalnız uyanmanın ne kadar

korkutucu olacağı hiç aklımıza gelmiyor nedense..

gece kabus gördüğünde 'geçti canım,ben yanındayım'

diyecek birine sahip olmak ne özel,

her daim seni seven,ilgi ve sevgisini gösteren,destek olan

biriyle olmak ne kıymetli farkında değiliz nedense..

Hiçbirşeyi iyiye kullanamadık..

herşeyi kötüye kullanmaya kalktık

Kendi doğamıza hasretiz aslında

ama yalan hayatın yorgunlarıyız..

Hayatımıza girdi bir kere sanal alem..

Yapay insanlar olduk

yalan olduk bir anda..

Şimdi Sen

Bi bağlantıyı paylaşıp

üstüne onu beğenip üstüne bi de “süpermiş yaa”

diye yorum yazan insan.

Bu kadarı yetmez. Seviş o bağlantıyla!..


















27 Ağustos 2011 Cumartesi

Hababam sınıfı ruhuyla başbaşa :) :(

Geçtiğimiz günlerde arkadaşlarla                                                                                                                                              
Adile Sultan Kasrı'na gittik..                                   

Sultan Abdülaziz in kardeşi

Adile Sultan için bir mimara 1853 te

yaptırılan yapı,sonradan

öğretmenevi ve kültür merkezi olarak

kullanıldıktan sonra restorasyona uğramış,

ve bir diğer önemi hepimizin hayatında

önemli yeri olan Türk sineması

filmlerinden Rıfat Ilgaz eseri

Hababam sınıfının                                                             

burda çekilmiş olması..

Hepimizin izlerken eğlendiği,kendini bulduğu,

defalarca izlemekten bıkmadığı filmdir eminim..

Hepimizin hayatından izler taşıyan,

yüreğimize sıcak duygular yükleyen bir film..

Yıllara gayet iyi direnç göstermiş yapı

bahçesiyle korusuyla çok güzeldi..                                          

hayta ismalin askere uğurlanışı gözümde                                                              

onun arkadan el sallayarak

yol aldığı basamaklardan inerken..                                        

arkamda koca Hababam..

İnek şaban,Damat Ferit,Güdük Necmi,Kel Mahmut,

Badi Ekrem :)

veee tabi olmazsa olmaz

şen kahkası ve şirinliği anaçlığıyla

yufka yürek Hafize

Ana..                                                         

.......

Bana bir tane film söyleyin ;                                           

aradan 30 yıl geçmesine

rağmen güncelliğini yitirmemiş,

hala severek izleyebilceğiniz,

sıcacık..

onlarca kez seyretmenize rağmen aynı tadı veren?!..

......

hepimizin bir parçası olmuştur..

öğrenciliğimizin en eğlenceli yıllarını

Hababama benzettik

Kah İnek Şaban olduk,

Kah Damat Ferit..

Birçok şey öğrendik..

Samimiyeti,dostluğu,

onurlu olmayı öğrendik herşeyden önce..

Eğitimin öğretimden daha önemli olduğunu

gördük ve sınıf başkanlarımızı

bilek güreşiyle seçer olduk :)

Binayı gezip resmini çekerken
                                               
merdivenlerde                                                                      

bahçede                   

tüm Hababamın ruhunu hissediyorsunuz

hala yiten zamana karşı direniyor bence..

öğrencilik yıllarına ve filme

dair                                                 

yolculuk yaparken resimlerimizi

çektik..

Ruhlarını Andık..

Yaşayanların Kulaklarını Çınlantık..

Ne Özel Ne güzel İnsanlardı !!!....

Tarık Akan,Sevgili Kemal Sunal,Münir Özkul..

Adile Naşit..                                                                            

Kulağımda meşhur Hababam film

müziği..                                   

....

Anılarla ayrıldık..      






                






                                                                                                      


                                                                                                        








25 Ağustos 2011 Perşembe

İçimdeki çocuk ve hayat..

Her yeni gün hayatta

büyütüyor içimdeki çocuğu..

gözlerinde hüzünlü de olsa

gülümseme..

elinde elma şekeri..

dilinde uzayıp giden tekerlemeler..


''kutu kutu pense,elmamı yese,

arkadaşım umut,arkasını dönse''

Arkadaşım umut hiçbir zaman dönmeyecek yüzünü..

kimsesizliğin hüznü yağacak alnına ak ak..

yüreğinden akan gözyaşı

yağmur oluklarından kayıp giden sular gibi..

dökülecek sonsuza..


Yalnızlıklar büyüteceksin..

sızılar kaplayacak zamanla her yanını

sorular,sorgular durmayacak

''Ortada acı ver, yandan geç''

Hiç yandan geçmeyecek bu yürek,

öğreneceğim.


Çocuk kalmak istiyorum

ama dilimden silinmiyor

acı dolu cümleler..

Susuyorum..

Kalemimde sükunet..

'Hu hu komşu aşk geldi mi?

'geldi'

'Ne getirdi?''

'dinmeyen acılar,sükunet,yalnızlık ve başağrıları.''

Ah komşu bilirim aşk bize hiçbir zaman,

mutluluk getirmeyecek

Ne yağmurlar yağacak üzerimize

Ne arap kızı camdan bakacak

Biz büyüdükçe kirlenecek herşey

hayaller ölecek

çimen lekesi dursa da hala dizlerimde

parklardaki oyunlardan kalma

Yıkılacak bildiğin tüm doğrular..



Yoruldum ve ürküyorum yollarda

bir ürperti soyunuyor gözbebeklerimde

Ve tedirgin ediyor hayat beni

Her an topumu alıp oyunun bitmesine

sebep olacak uyuz çocuklar gibi..








24 Ağustos 2011 Çarşamba

Aciz bir yaz gecesi -2-


İçimi kararttım..

dilimde zehir zemberek kelimeler..

Cansız kağıdın bedenine aktarırken içimi
                                                                        
Kimsesizim..

Çalmadım kimselerin kapısını

kapattım kendimi hücreme

gecenin karanlığına gizlenip

çıktım dışarı gece saklar beni diyerek..




Yoruldum..

Tek taraflı bir hayatı omuzlamaktan,

hayatın yükü altında ezilmekten,

birilerini arayıp sormaktan,

anlatamayıp dinlemekten,

sevmekten..

seni beklemekten,

her yeni güne belkilerle başlamaktan

sadece hıçkırıklarımı kendim duymalarımdan yoruldum..

sabret diye diye

Bir aşkın yalnızlığında

tükendim..                                                              





Üşüyorum..

Hüzün şarkıları söyleyen bir yaz akşamının verdiği

fani bir üşüme hissi..

ellerim buz kesmiş olmasına rağmen,

ıssız bir gecede

yokluğuna mahkum bir ruhla

seni yazarak unutuyorum üşümüşlüğümü..


..........

..........

Oysa nasıl da ihtiyacım var sana,bilemezsin

Sarılsan bana kutsal bir şefkatle,

başımı göğsüne yaslasam

ve yiten ümitlerimin ayak seslerini

duysam kalbinin atışında,

içine düştüğüm çaresizlikle birlikte

sana sımsıkı sarılırken,

sıcaklığını hissedip boğazıma düğümlenen

ve içimde yankılanan hıçkırıklarımı

 özgür bırakıp ağlasam..

Sen saçlarımı okşasan,

ben içimdeki zehiri

nehir misali akıtsam

........

Ama yoksun!..

.........

Geceyi dinliyorum..

kulağımda tanıdık şarkıların melodisi..

Gökyüzüne bakıyorum..

Yıldızlar sönük..

soğuk rüzgarlar esiyor..

gözlerim dalıyor sonra

Uzaklarda bir hayali arıyorum sanki..



Bekliyorum..

Yalnız ve sessiz..

ellerim yazmak istiyor

dudaklarım konuşmak..

ağırlık çökmüş üstüme

içimden haykırmak geliyor

gökyüzüne

sesim çıkmayana dek

''Nerdesin,

Sen artık gelsen be sevgili!''

susmadan ve bıkmadan

haykırmak

ve yazmak

kalem tükenene dek:

Seni Seviyorum..Seni Seviyorum..

Seni Seviyorum..Seni seviyorum..Seni..

.........




















22 Ağustos 2011 Pazartesi

Aciz bir yaz gecesi..

Bahar akşamına ait nemli zamanların

ayyaş ayakları dolaşıyor suların üzerinde..                                                         

Bütün 'şey'ler, 'hiçbirşey'liğe alışırken,

bir dem şefkate sunacakları 'öz'lerini arıyorlar duvar diplerinde..

Mecalsiz bekleyişler mi bizi 'arabesk'leştiren?.

Acı solukluyor ciğerler..

Kasvetin dayanılmazlığı

Beyoğlunun kıdemli bir berduşu gibi..

'Bu kadar canı nasıl yanar sokakların,

diye düşünürken öğrendim;

kayboluşların bütün adresi onlara çıkıyormuş,

bir ''şiir'' için ölürlermiş meğer..


Hüzün..

 Ne zamandır ayrı yaşıyor bizden.

Hastalıklı bakıyor, hiç görmüyormuşuz aslında.

Bidiklerimiz yalan..

Duyduklarımız yeraltı farelerinin sesleri..

Eğer mutluluk değilse acının kardeşi,

iki düşmanı taşır mı bu aciz bünye?


Yabancılaşıyoruz..

Uzaklaşıyoruz kendimizden...

Uçurum kenarına bırakıp kaçtığımız canların ahı tutuyor tek tek..

Felçli bir yetinme güdüsünün verdiği hazza muhtaç

sonu olmayan hikayelerden başka bir şey değil

geleceğimiz..

Çaresiziz..

Var olana karşı aciziz,

''aşk''larımız bile şuursuz bir ayaklanma..

Giden sevgililere nazire olsun diye çekemediğimiz acılarımız

yüzkarası mutluluğumuzun..

Ölümün rengi ''mavi''...Sahi gerçek ne?

................
................

Ölüm!...

Ne kadar bize bağlı ki yaşam ipinin ucu?

Ölümün üzengisini kim tutabiliyor ki,

bırakınca ruhumuz dört nala uçabilsin sonsuza?

Yaşarken ölümlü olduğunun bilincinde olabilmek,

yani yalnızlığı, yani kendimizi seçmek önemli bir gayret.

Arabesk bir yalnızlıktan söz etmiyorum..

Bu hayata yabancılaşmak anlamına gelmiyor;

kendimizle başbaşa kaldığımız ,kendimizi dinlediğimiz

zamanlarımız olmalı,diyorum

Suni bir yaşanmışlığın altını çiziyorum

Bir yerde okumuştum.

Cümle şöyleydi:

''Bir kutunun içinden bir başka kutunun içine bir kutu ile gidiyoruz..

Devamlı koşturma halinde bu.

Ev bir kutu,işyerindeki oda bir kutu ve binilen vasıta bir kutu''..

İnsanın kendisi bir kutu,yaşadığı hayat bir kutu,dünya bir kutu.

Ne kendisiyle, ne hayatla,ne dünyayla

yüzleşebiliyor.

O çok daha önemli uğraşların içinde!..

Durup düşünmeye vakti bile yok!.

Çok işi var;

bir çift gözü üzerinde yoğunlaştıracak

bir yığın imajın şuh yüzleri onu bekliyor.

Bir yerlerden kontrol altına alınmış gibiyiz..

Nasıl olacağımız,neler yapacağımız,

kaygılarımız, arzularımız, aşklarımız, tercihlerimiz..

bizim dışımızda belirleniyor..

Aslında başkalarının bize dair ürettiği,

kurguladığı bir hayatın yorgunlarıyız..

Her gün biraz daha eksiliyor,

kalbimizden uzak düşmüşlüğün içinde

diri seslerden yoksun kalıyoruz.

Her geçen gün farklı,

kendimize uzak biri oluyoruz.

Vestiyerleri var ruhlarımızın,binbir çeşit kostümleri astığımız..

çeşit çeşit,renk,renk,boy boy,karakter,karakter...

Travmalarını gizliyoruz odacıklarında beynimizin..

Düşünsene!..

Ya Sen?

Bugün hangi kostümünlesin?..

.........

Farkında değil misiniz?

Bu uzak düşmüşlüğün içinde

deli taylar gibi ölüme koşuyoruz..

Bana, sana, herkese dair düşünülen bu kısa notlardan sonra

sadece şunu biliyorum:

etrafta uçuşan seslerden sıyrılmak,

biraz kendimiz olmak ve

daha çok kalbimizden yana düşmek gerekiyor.


Niçin?


Herşeye duyarlı bir yürek için!...
















21 Ağustos 2011 Pazar

Feysbuk ve Tivıtır :( :)

Bu meretler ne de tesirli..                                                             

çoluk cocuk genç yaşlı

demeden bağımlısı olduk

bağımlı olanlara bişiy diyemiyorum..

zehirli..

dürtmeler gönderiyoruz uzak diyarlara

bağlantı sağlıor güya köy şehir farketmez

video paylaşmalı, ee biraz da gülmeli..

ona buna laf atmalı,eğlenmeli..

facebook un bookunu (?!) artık çıkardık

balkondayım..tv karşısındayım..tuvaletteyim..:)

hatta üst kattayım(evim dublex 2 katlı baak gibi:) vs..

her dakika nerde kimle naptığımızı belirten msjlarla

yapay gülümsemelerle twitter yada diğer mecralarda

gereksiz nicklerle?!

Toplumda sıcak ilişkileri geri plana itip

sanal alemi bağımlı yapan..                                                   

gitgide yapay ilişkiler kurduran bu sitelere

hepimiz giriyoruz..ama müdavimiyiz ama ender giriyoruz..

diyanetin başkanının bile hesabı varmış:)ee artık herkesin vardır

die düşünüyorum

ilk başta özlü sözlü sözler..twitter da tivitler..

gerçekte hiç arayıp sormadığı yakınları facebookta..

dıyının dıyının dısı arkadaşlıklar..

Korkarım bir gün kapi çalacak ve tanımadığım birisi ,

67 ortak arkadaşımız var içeri girebilir miyim ? Diyecek ;)

sanal göz kırpma dürtme diye tabir edilen

selamlamalar ile arayıp soranlar..

üst kat komşu ile yapay bir gülme el işareti ile

mrb..slm..iiakşamlar..:)

madalyonun diğer yüzü..

ekonomik koşullar el vermiyor..

bir yere gitmeye gücün yetmiyor..

oturduğun yerden güya sosyallik sağlıyor..

aktif olarak kullanmasam da ben hala mahalle arkadaşlığından

o kültürden yanayım..hatta hala mektup arkadaşlarımla mektuplaşırım

sms mail de varken mektup ta neymiş diyenlerden misnz,

yoksa amaaan diip sıkılanlardan mı bilemem?!

arayıp uzak diyarda olsa iki satır konuşmaktan,

kahve içip karşılıklı iki lafın belini kırmaktan

keyif alıyorum..

kötü,yada zararlı demiyorum ama

nasıl kullandığımızdan bahsediyorum..

her iki yerde adresim var..bookunu yani kitabını çıkarıp :)

yayınlayacak kadar içli dışlı değilim..

mümkün mertebe temkinli kullanıyorum

temkinli olmada fayda var..:))



17 Ağustos 2011 Çarşamba

Hüzün...ve...Gülümseme...

Hüznü gülümsemeye benzetirim ben                   

Biri yürek sevincinin dudaklarda seğirmesi,

diğeri yürek ağlamalarının gözbebeklerinde

asılı kalmasıdır..

İkisinde de durağanlık sözkonusudur..

Sevinçte acı da yorar insanı..

Belirgin bir dinamizmi içeren kahkaha ve gözyaşına

nadiren itibar edişimde belki bu yüzdendir.

Bazen hüznün gülümsediğine tanık olursun..

Hüzün gülümser mi? deme..

Eğer onunla birlikte yaşamaya alışmışsan

gülümser pekala..

Sürekli yüreğinin köşesine yerleşmiş bu konuğa

hatta anlayışlı davranmaya bile başlarsın..

Ve bu davranış farkında olmadan bir gülümsemeye

dönüşür dudaklarında..

Dudaklar gülümserken, gözler hüzünlü bakar..


.........

.........

Yüreğinin sürekli konuğu gençken aşktır,yaşlıyken ölüm!..









15 Ağustos 2011 Pazartesi

-Gökçeada günlüğü-

Geçtiğimiz hafta                                                                                             

3 günümü dolu dolu Gökçeadada

çok fazla gözönünde olmayan                                                            

belki de ihmal edilmiş yerleri keşfederek geçirdim

ve çok mutlu olduğumu söyleyebilirim..


Gökçeada -diğer adıyla- İmroz..

Türkiyenin en büyük adası

Ülkenin en batı ucu diyebiliriz..                                               

Göçeadaya ulaşım deniz yoluyla kabatepe limanından

arabalı feribot ve deniz otobüsleriyle sağlanmakta

Nüfusun çoğunluğunun eskiden Rum olduğu adada bugün 300 den az Rum kalmış

Yoğun olarak yaşadıkları yerlere baktığınızda terkedilmiş ve ıssız bugün..

Ama köylerin ara sokaklarında dolaştığınızda eskiye ait o canlılığı

hala hissedebiliyorsunuz..

Köy demişken adada 9 köy bulunuyor

Kaleköy, Tepeköy, Uğurlu, Eski bademli,Yeni bademli,

Eşelek, Zeytinli, Şirinköy ve Dereköy..

Ağırlıklı olarak Rum köyleri olsa da Türkler de yaşıyor

Trafikten,koşuşturmadan,gürültüden bıktıysanız

Ada bunlardan uzak kafa dinlemek için ideal bence

Ada da herşey ağır çekim..

deniz..kum..rüzgar..

aaa adaya hakim olan keskin kekik kokusu nu unutmamak gerekir

Rüzgarla birlikte burnunuza gelen çeşitli ot,çiçek kokuları..

(ama adada taze kekik satılmaması ve bulamamız da

ilginç bir tezat ve hayalkırıklığıdır )

Müthiş bir sakinlik özlemiyle çıktığım yolculuk

tam da istediğim gibi sonuçlandı..

Adaya vardığımızda en yüksek noktalardan birine

konumlanmış olan -adı üstünde- Tepeköy'e gittik                                

Tepeköy her sene 15 Ağustos'ta Meryem Ana Panayırına

ev sahipliği yapan köy..

Köy meydanının dolup taştığı, meydana konan kazanlarla yemekler

pişirilip eğlenildiği, sokaklarda dans edip şarap içildiği kutlamalar

Köyde klise ve eski Rum mezarlığı gezilebilir

Köyü gezdikten sonra

Tepeköy ile anılan Barba Yorgo pansiyona yerleştik                     

Adadaki tek Rum tavernasına sahip

pansiyonun sahibi Barba Yorgo

kendisine ait bağında şarap ta üretmekte

Şaraplarının çok başarılı olduğunu malesef söyleyemeyeceğim ama

pansiyonun yemekleri ve manzarası iyiydi..

Doğup büyüdüğü topraklara sonradan geri dönen Barba Yorgo,

pansiyonculukla birlikte adaya yerleşmiş..

Restoranın manzarası gerçekten çok güzel                                       

Küçük mütevazi odalarından fazla beklentiniz olmasın

fiyatı uygun ve son derece sakin

Kendisi de gayet güler yüzlü,esprili,hoş sohbet biri..

yaşına rağmen tüm masalrla konuklarla tek tek ilgileniyor

Konukların yarısı Türk yarısı Rum

Rum konuklarının yanına gidip ayrı Rumca takılıp espri yapıyor,

Türklerle ayrı ilgileniyor,Türkçe takılıp sohbet ederken

Ada tarihi insanın gözünün önüne geliyor

ve sonra

Reatoranda duvarda bir tabela ve yazı dikkatimi çekiyor:

İki yabancı, iki yakada

Uzo ve Rakı ile

Dumanlı kafaları

dillerinde aynı şarkı,

dudaklarında aynı tebessüm

kim inanır ki

düşman olduklarına

                    Barba Yorgo


Belki de herşeyi özetliyor ve anlatıyor bu yazı!..

..............

..............

Ertesi gün Aydıncık (Kefaloz) koyuna gittik                         

Gökçeada Sörf Eğitim Otelin de kaldık

Sörfe yeni başlayan yada profesyonel ler için uygun bir yer

Özellikle son zamanlarda daha da keşfedilen Alaçatının

kalabalıklaşmasının aksine burası sakin

ve rüzgarlı olmasına rağmen                                                   

dalgasız  bir denizi var

Tesis gayet güzel,eşsiz bir manzarası var

Odalar gayet güzel ve rahat

Güzel bir restoran ve sahil cafesi var

plaja bakıyor direk

Geniş altın rengi bir kumsalı var

Çeşitli yemek menüsüyle aydıncık plajına bakan denize sıfır

restoranda yemeğinizi keyifle yiyebilir,

Gündüz sörf yapanları izleyebilirsiniz



Aydıncık koyunundan sonra diğer durak Zeytinliköy

Geleneklerinden hiçbirşey kaybetmemiş,sakin,

güzel bir Rum köyü                                                                       

Dibek kahvesi ile ünlü..

Dibek kahvesi,taşa oyulmuş bir çukurda

kahve çekirdeklerinin 10 kiloluk demirlerle

ezildikten sonra elekten geçirilmesiyle yapılıyor





                

Kahve taze günlük sunuluyor

Gökçeadaya gittiyseniz

mutlaka dibek kahvesi içmeden dönmeyin 







                 

Köy sokaklarında ilerlerken tabelalarında yönlendirmesiyle

Beşiktaşlı Barba Hristo'nun yerine gidiyoruz..                    
              

Beşiktaşlı Barba Hristo ya beşiktaşlı denmesinin nedeni,

1930 lu yıllarda beşiktaş takımında forma giymiş olduguna dair bir efsane yayılmış ama arastırınca sadece takıma olan aşk tan dolayı
olduğunu öğrendik


En meşhur yiyeceği olan

sakızlı muhallebiyi denemek üzere

siparişi verdik.                                                 

Barba rumca 'amca ' demekmiş..Sonradan sorduğumda öğrendim

Kendisi 91 yaşında ve adada yaşıyor,

şaşıracaksınız ama ilerlemiş yaşına rağmen

tatlıları da kahveleri de kendisi hazırlıyor                                        

yılların yorgunluğuna aldırış etmeden mutfakta

hala leziz tatlılar yapması,çalışması dikkate değer..

Hayatımda yediğim en leziz sakızlı muhalebiydi

Teşekküredip kalktıktan sonra köyü dolaşıyoruz

...........

Ve Kaleköy..

Adanın deniz kenarında tek yerleşim yeri

otellerin çoğu deniz manzarasına kurulmuş

Burda Yukarı Kaleköy de Yakamoz Restaurant

ta akşam yemeği yemeli ve

 eşsiz manzarasını mutlaka görmelisiniz                         

Otelin terası restoran olarak ayrılmış durumda

Türk mutfağı,deniz ürünleri,zeytinyağlı yemeklerden oluşan menüsü güzel

Terastan tüm gökçeadayı kuşbakışı seyredebiliyorsunuz

Muhteşem bir günbatımı için ideal

Manzarayı seyredip fotoğraf çektikten sonra

Rakı Balık keyfi tamamlanır ve oradan ayrıldık


-devamı gelecek :)-









13 Ağustos 2011 Cumartesi

Gökçeada,gece,sen ve sessizlik..

Rüzgarın sesini dinliyorum..                                                          

Mumun alevi duvarda gölgeler nakşederken

gecenin sessizliğini duyuyorum..

Kimseler yok,koca dünya ortasında

bir sen,bir ben..

ne gidecek bir yer,

ne duyabilecek birisi..

Çabalıyorum ama yorulmak istemiyorum düşüncelerle

kapılıyorum saatlerin korkusuna

iliklerimi saran bir kıpırtı hissediyorum..

hayatın varlığını,yaşanacak duyguları

getiriyor bana

aynı heyecanları bedenimin olmadık yerlerinde

hissediyorum..

Birşeyler anlatıyor

Rüzgarın sesi bu;

seni bana anlatıyor..

yeniden doğmayı,

yeniden herşeye başlamayı öğretecek olan rüzgar!..

Anlatıp geçti seni bana..

Rüzgarları bilirsin

Çabuk ve ürkütücüdür..

etrafına ne bıraktığını anlamadan

öylece çekip gider..


bana anlattığı şeylerde aradım seni,

bir ipucu,belki yeni bir bekleyiş..



Ve sonunda buldum..

Bana anlatmak istediği şey

senin kalbinin sesiymiş..

çabuk geçmesine rağmen

en önemli yeri atlamadan bana bırakıp gitmiş..

dinledim saatlerce

varlığını hissettim.

yaşadım ve gelmeni bekledim.

kocaman dünyanın sessiz kalan kısmında sende varmışsın

sessizliği paylaşırken geceyle

sana sesleniyorum

sen duymuyorsun..

Rüzgara sesleniyorum sonra;

Bu sefer sesiyle birlikte kendisini de getir,

özlüyorum diyorum

bu zamana kadar getirdiğin sesinde ruhunu hissettim,

getirdiğin kokusunda bedenini hissettim

bana bu sefer kendini getir

kendimin ben olduğunu hissedeyim


Beni bir kez daha hayata bağlayacak herşeyi ile

yeni bir dünya kuracak olan sensin..


Sevdiğim,

Bu kadar sessizlikte sensiz bırakma beni!..



















3 Ağustos 2011 Çarşamba

Son...

Uykusu ağır bir gün..

ışığı hafif..

Ben nöbetini tutuyorum

ama her geçen gün

daha az

ve zamanla

kendini iyileştiren yara gibi

daha iyi..

Azala azala..

Daha az seviyorum seni

giderek daha az..

usul usul keşfederek sevdim

her gün sana doğarak sevdim

şimdi unutur gibi seviyorum..



Boşuna arama,

gelme artık sevgili!..

arada bir, istediğinde

bir sayfasını rastgele açıp okuyacağın

kitap değilim ben!..

istediğin zaman ara sıra uğrayacağın bir liman,

canın çekince içeceğin bir kadeh şarap değilim!

Üstünü değiştirmek için gelme;

Ben günah çıkarma kabini değilim!..

Yüreklere oyuncak olmayacak kadar derinine bir aşk yaşadım ben!

Git! Kendini başka yerde temize çek!..

Üzerini örttüm senin..

......

.....



Ama en kötüsü ne biliyor musun sevgili?!

Sen her ne kadar umursamasan da

Kimse benim gibi sevmeyecek seni,

kimse şiirler yazmayacak sana

ve en kötüsü

belki hiçbirzaman okumayacağın yazılar

yazdım sana!..


..........

............


Sevdiğim!..



İyi ol, Sağ ol, Uzak ol

Ama bir daha görme beni!






2 Ağustos 2011 Salı

karalamaca......

Bu sabah güneş ışıklarıyla uyandım..

Gecenin karanlık yüzüne yüzümü dönmeye alışmışım;

yadırgıyorum güneşin yüzünü bu kadar güzel göstermesini..

Farkettim ki, yorgunum...

Hep tetikte yaşıyorum..

Her an kaosa,mücadeleye,direnmeye hazırım..

kanayan bir yürekle nasıl baş edileceğini biliyorum..

Doğruluyorum..

Sükunet ruhumu bozuyor..

Öyle bir cendereden geçirdim ki kalbimi

yokluğuna alışmak tuhaf geliyor..

hapishaneden çıkan mahkum gibi

bir afallama var üzerinde..

son kez etrafına bakarsın..

Mahkum,Özgürsün!..

tel örgülerin ötesini görmek için bir adım atarsın

Özgürsün,Git gidebildiğin yere

ama nereye?!..

....

işte tam olarak böyle birşey içimde acı hüzünle

kapladığın o yerin boşluğunu ifade etmek..

.........

Aklımın sensiz geçirdiği, saymadığım bilmem kaçıncı gününde

ruhumdaki huzura karşılık, ne yapacağını bilememe duygusunu hissediyorum.