Değişen zaman,ruhları da değiştiriyor..
Ayak uyduruyor herşey..duygular bile..
Herşeyi umuyoruz kolayca..istiyoruz
herşeyi itiyoruz bir o kadar hızla..
isteyip ve elde edince sıkılmak..
mesafe çok kısa..
Hayata direk tepeden başlamak istiyoruz..
En iyi, en yüksek yerden..
Hemen olsun istiyoruz aklımızdan geçenler..
sanki elimizde alaaddinin cini var..
Çabucak elde etmek
kolay hayat yaşamak istiyoruz
'kolay' ister olduk..
Çok kolay..
Bizi uğrastırmasın,yormasın
hiçbirşey..
zorlamasın..
Başımıza bela olmasın..
Sevgimizi aşkımızı bile
kolay yaşamak istiyoruz..
'Aşk' var olan anın dışında yaşamıyor..
Yaşamasın istiyoruz zaten..
Üstümüzü çıkaralım,
adını çıkarmaya gerek yok..
İstediğimiz zaman bir el çırpalım gelsin,
onun dışında 'puf' yok olsun..
Ne gerek var?
Bir bilgisayar ekranında yada
telefon düğmesinden öteye geçmesin
Çaba harcamayalım hissetmek için,
koşmayalım,anlamak,yaşatmak niye;
ulaşmak..canlandırmak o duyguları
yersiz..bu çaba neden?
Bir tuş kadar yakınken herşey
kim anlar gözlerin derinliğinde kaybolmayı?!
............
Yalan hayatların sanal yorgunları..
Duygularımızdan bile kaçar olduk..
Korkuyoruz kendimizden..
Herşey koca bir yalan..
Hissetmek yok..
Duygu yok..Yaşamak yok..
Sanal alemin talan sesleri..
........
Dokunmaya..
Hissetmeye
Göz göze gelmeye korkar olduk..
Bir kamera,bir msn,tamam...
İnsan başka ne ister ki?!..
Hem böylesi daha makbul,
daha eğlenceli,çekici..(?!)
Bağlanma yok..
Sorumluluk yok..
Sanal bir gerçeklikte yaşar
bir anda kaybolursun..
Bir varsın,bir yoksun..
Hesap vermek te yok..
Canın isterse varsın,
istemezse yoksun..
'in a relationship'
yaparsın,
'single' a dönüşüverir bir anda..
Bir tık kadar kolay ilişkiler..
onun bunun arkadaşı senin de sanki samimiymişsin
birşeyler paylaştığın arkadaşın gibi arkadaşın oluverir
bağlantı paylaşır,iki de yalan katar gülersin,yazarsın,
gerekenleri yaptığından eminsin..
nick güncellendi..resimler 'like' landı..
itaat eder gibi ammaaan uy bu rutinlere..
yoksa kaçıracağın şeylerin telafisi yok,mazaalah!..:( :)
...........
...........
Kolay peşinden koştuğumuz
Kolay yoldan elde etmek istediğimiz
tam da bu çağın insanları..
Eee ama hep mi engebeli,renksiz ve zor olur
bu doğruya giden yollarda;
hep mi çekici,eğlenceli ve güzel
yanlışa giden patika?!
Haklısınız tabii..(?!)
Kolay iş,Kolay para,Kolay kadın/erkek,
kolay hayatlar..
hatta kolay seks kolay ilişkilerde
giriverdi tepeden inme hayatımıza
Zora gelemiyoruz..
Gerçek ilişkiler sıkıyor biraz..
Biri azıcık sevgi dese,aşk dese
bağlanma dese arkamıza bakmadan kaçıyoruz..
Biraz duygulardan söz etse itici oluyor..
Derinlere inemiyoruz..
İnmek istemiyoruz aslında..
Yok sayıyoruz..
Biri başlar,biri biter..
amaan gittiği yere kadar sürer,
ayrılıveririz sonra..
Oturduğumuz yerden yaşamak
hoşumuza gidiyor..
Mekanik herşey..
gülme işareti, 'dürtme' anlamına gelen
'poke'lamalar..beğenmeler..
Adı ''Sosyallik'' olan yapaylığı
savunur haldeyiz..
Mekanik hayatların,mekanik duyguları,
mekanik sevişmeler istiyoruz..
ilişkilerimiz dialoglar mekanik..
Nasıl bir sevgi,dostluk ve arkadaşlıksa bu?!
Anlık iletiler,güncellenen yer imleri..
''şurdayım'', ''şuraya gideceğim''
''tam da ordaydım'' :))
nerde naptığını kimle olduğunu belirten
tweet'ler..
Onları ordan yazmasan da
daha sonra yüzyüze paylaşsan,
anılar biriktirsen, doyasıya sohbet etsen..
Çıt!..olmaz..Ben kılımı kıpırdatmam..
Ben gelemem ama gelirsen de hayır demem..
Burdayım işte gelip alsın
Ben uğraşamam
Üşenir olduk..
Sevmeye bile..
Çaba harcamak mı?
Niçin?
Aşk mı? O da ne?
Sevgi aramıyorum ki ben,amaaann..
Aşk ta istemiyorum
İlişki aramıyorum..
Bağlanmak istemiyorum
Ee peki, sormazlar mı adama,
o zaman neden geldin, diye?
Beni mi merak ettin!..
İşte buna o zaman bende gülerim!..
.............
Kaybettik hislerimizi..
Yitirildik..
Unuttuk insanı insan yapan
ruhumuzu
Sevmekten korkar olduk..
Kimler acıttı ki canımızı
bu kadar acımasız olduk..
Yalan olduk..
..........
Bir gün yapayalnız uyanmanın ne kadar
korkutucu olacağı hiç aklımıza gelmiyor nedense..
gece kabus gördüğünde 'geçti canım,ben yanındayım'
diyecek birine sahip olmak ne özel,
her daim seni seven,ilgi ve sevgisini gösteren,destek olan
biriyle olmak ne kıymetli farkında değiliz nedense..
Hiçbirşeyi iyiye kullanamadık..
herşeyi kötüye kullanmaya kalktık
Kendi doğamıza hasretiz aslında
ama yalan hayatın yorgunlarıyız..
Hayatımıza girdi bir kere sanal alem..
Yapay insanlar olduk
yalan olduk bir anda..
Şimdi Sen
Elinde ne varsa hayata dair,ötesi hiçbir şey ya da vesair...Hani demiş ya şair: Mutluluğu sende bulan senindir; ötesi misafir...
28 Ağustos 2011 Pazar
27 Ağustos 2011 Cumartesi
Hababam sınıfı ruhuyla başbaşa :) :(
Geçtiğimiz günlerde arkadaşlarla
Adile Sultan Kasrı'na gittik..
Sultan Abdülaziz in kardeşi
Adile Sultan için bir mimara 1853 te
yaptırılan yapı,sonradan
öğretmenevi ve kültür merkezi olarak
kullanıldıktan sonra restorasyona uğramış,
ve bir diğer önemi hepimizin hayatında
önemli yeri olan Türk sineması
filmlerinden Rıfat Ilgaz eseri
Hababam sınıfının
burda çekilmiş olması..
Hepimizin izlerken eğlendiği,kendini bulduğu,
defalarca izlemekten bıkmadığı filmdir eminim..
Hepimizin hayatından izler taşıyan,
yüreğimize sıcak duygular yükleyen bir film..
Yıllara gayet iyi direnç göstermiş yapı
bahçesiyle korusuyla çok güzeldi..
hayta ismalin askere uğurlanışı gözümde
onun arkadan el sallayarak
yol aldığı basamaklardan inerken..
arkamda koca Hababam..
İnek şaban,Damat Ferit,Güdük Necmi,Kel Mahmut,
Badi Ekrem :)
veee tabi olmazsa olmaz
şen kahkası ve şirinliği anaçlığıyla
yufka yürek Hafize
Ana..
.......
Bana bir tane film söyleyin ;
aradan 30 yıl geçmesine
rağmen güncelliğini yitirmemiş,
hala severek izleyebilceğiniz,
sıcacık..
onlarca kez seyretmenize rağmen aynı tadı veren?!..
......
hepimizin bir parçası olmuştur..
öğrenciliğimizin en eğlenceli yıllarını
Hababama benzettik
Kah İnek Şaban olduk,
Kah Damat Ferit..
Birçok şey öğrendik..
Samimiyeti,dostluğu,
onurlu olmayı öğrendik herşeyden önce..
Eğitimin öğretimden daha önemli olduğunu
gördük ve sınıf başkanlarımızı
bilek güreşiyle seçer olduk :)
Binayı gezip resmini çekerken
merdivenlerde
bahçede
tüm Hababamın ruhunu hissediyorsunuz
hala yiten zamana karşı direniyor bence..
öğrencilik yıllarına ve filme
dair
yolculuk yaparken resimlerimizi
çektik..
Ruhlarını Andık..
Yaşayanların Kulaklarını Çınlantık..
Ne Özel Ne güzel İnsanlardı !!!....
Tarık Akan,Sevgili Kemal Sunal,Münir Özkul..
Adile Naşit..
Kulağımda meşhur Hababam film
müziği..
....
Anılarla ayrıldık..
Adile Sultan Kasrı'na gittik..
Sultan Abdülaziz in kardeşi
Adile Sultan için bir mimara 1853 te
yaptırılan yapı,sonradan
öğretmenevi ve kültür merkezi olarak
kullanıldıktan sonra restorasyona uğramış,
ve bir diğer önemi hepimizin hayatında
önemli yeri olan Türk sineması
filmlerinden Rıfat Ilgaz eseri
Hababam sınıfının
burda çekilmiş olması..
Hepimizin izlerken eğlendiği,kendini bulduğu,
defalarca izlemekten bıkmadığı filmdir eminim..
Hepimizin hayatından izler taşıyan,
yüreğimize sıcak duygular yükleyen bir film..
Yıllara gayet iyi direnç göstermiş yapı
bahçesiyle korusuyla çok güzeldi..
hayta ismalin askere uğurlanışı gözümde
onun arkadan el sallayarak
yol aldığı basamaklardan inerken..
arkamda koca Hababam..
İnek şaban,Damat Ferit,Güdük Necmi,Kel Mahmut,
Badi Ekrem :)
veee tabi olmazsa olmaz
şen kahkası ve şirinliği anaçlığıyla
yufka yürek Hafize
Ana..
.......
Bana bir tane film söyleyin ;
aradan 30 yıl geçmesine
rağmen güncelliğini yitirmemiş,
hala severek izleyebilceğiniz,
sıcacık..
onlarca kez seyretmenize rağmen aynı tadı veren?!..
......
hepimizin bir parçası olmuştur..
öğrenciliğimizin en eğlenceli yıllarını
Hababama benzettik
Kah İnek Şaban olduk,
Kah Damat Ferit..
Birçok şey öğrendik..
Samimiyeti,dostluğu,
onurlu olmayı öğrendik herşeyden önce..
Eğitimin öğretimden daha önemli olduğunu
gördük ve sınıf başkanlarımızı
bilek güreşiyle seçer olduk :)
Binayı gezip resmini çekerken
merdivenlerde
bahçede
tüm Hababamın ruhunu hissediyorsunuz
hala yiten zamana karşı direniyor bence..
öğrencilik yıllarına ve filme
dair
yolculuk yaparken resimlerimizi
çektik..
Ruhlarını Andık..
Yaşayanların Kulaklarını Çınlantık..
Ne Özel Ne güzel İnsanlardı !!!....
Tarık Akan,Sevgili Kemal Sunal,Münir Özkul..
Adile Naşit..
Kulağımda meşhur Hababam film
müziği..
....
Anılarla ayrıldık..
25 Ağustos 2011 Perşembe
İçimdeki çocuk ve hayat..
Her yeni gün hayatta
büyütüyor içimdeki çocuğu..
gözlerinde hüzünlü de olsa
gülümseme..
elinde elma şekeri..
dilinde uzayıp giden tekerlemeler..
''kutu kutu pense,elmamı yese,
arkadaşım umut,arkasını dönse''
Arkadaşım umut hiçbir zaman dönmeyecek yüzünü..
kimsesizliğin hüznü yağacak alnına ak ak..
yüreğinden akan gözyaşı
yağmur oluklarından kayıp giden sular gibi..
dökülecek sonsuza..
Yalnızlıklar büyüteceksin..
sızılar kaplayacak zamanla her yanını
sorular,sorgular durmayacak
''Ortada acı ver, yandan geç''
Hiç yandan geçmeyecek bu yürek,
öğreneceğim.
Çocuk kalmak istiyorum
ama dilimden silinmiyor
acı dolu cümleler..
Susuyorum..
Kalemimde sükunet..
'Hu hu komşu aşk geldi mi?
'geldi'
'Ne getirdi?''
'dinmeyen acılar,sükunet,yalnızlık ve başağrıları.''
Ah komşu bilirim aşk bize hiçbir zaman,
mutluluk getirmeyecek
Ne yağmurlar yağacak üzerimize
Ne arap kızı camdan bakacak
Biz büyüdükçe kirlenecek herşey
hayaller ölecek
çimen lekesi dursa da hala dizlerimde
parklardaki oyunlardan kalma
Yıkılacak bildiğin tüm doğrular..
Yoruldum ve ürküyorum yollarda
bir ürperti soyunuyor gözbebeklerimde
Ve tedirgin ediyor hayat beni
Her an topumu alıp oyunun bitmesine
sebep olacak uyuz çocuklar gibi..
büyütüyor içimdeki çocuğu..
gözlerinde hüzünlü de olsa
gülümseme..
elinde elma şekeri..
dilinde uzayıp giden tekerlemeler..
''kutu kutu pense,elmamı yese,
arkadaşım umut,arkasını dönse''
Arkadaşım umut hiçbir zaman dönmeyecek yüzünü..
kimsesizliğin hüznü yağacak alnına ak ak..
yüreğinden akan gözyaşı
yağmur oluklarından kayıp giden sular gibi..
dökülecek sonsuza..
Yalnızlıklar büyüteceksin..
sızılar kaplayacak zamanla her yanını
sorular,sorgular durmayacak
''Ortada acı ver, yandan geç''
Hiç yandan geçmeyecek bu yürek,
öğreneceğim.
Çocuk kalmak istiyorum
ama dilimden silinmiyor
acı dolu cümleler..
Susuyorum..
Kalemimde sükunet..
'Hu hu komşu aşk geldi mi?
'geldi'
'Ne getirdi?''
'dinmeyen acılar,sükunet,yalnızlık ve başağrıları.''
Ah komşu bilirim aşk bize hiçbir zaman,
mutluluk getirmeyecek
Ne yağmurlar yağacak üzerimize
Ne arap kızı camdan bakacak
Biz büyüdükçe kirlenecek herşey
hayaller ölecek
çimen lekesi dursa da hala dizlerimde
parklardaki oyunlardan kalma
Yıkılacak bildiğin tüm doğrular..
Yoruldum ve ürküyorum yollarda
bir ürperti soyunuyor gözbebeklerimde
Ve tedirgin ediyor hayat beni
Her an topumu alıp oyunun bitmesine
sebep olacak uyuz çocuklar gibi..
24 Ağustos 2011 Çarşamba
Aciz bir yaz gecesi -2-
İçimi kararttım..
dilimde zehir zemberek kelimeler..
Cansız kağıdın bedenine aktarırken içimi
Kimsesizim..
Çalmadım kimselerin kapısını
kapattım kendimi hücreme
gecenin karanlığına gizlenip
çıktım dışarı gece saklar beni diyerek..
Yoruldum..
Tek taraflı bir hayatı omuzlamaktan,
hayatın yükü altında ezilmekten,
birilerini arayıp sormaktan,
anlatamayıp dinlemekten,
sevmekten..
seni beklemekten,
her yeni güne belkilerle başlamaktan
sadece hıçkırıklarımı kendim duymalarımdan yoruldum..
sabret diye diye
Bir aşkın yalnızlığında
tükendim..
Üşüyorum..
Hüzün şarkıları söyleyen bir yaz akşamının verdiği
fani bir üşüme hissi..
ellerim buz kesmiş olmasına rağmen,
ıssız bir gecede
yokluğuna mahkum bir ruhla
seni yazarak unutuyorum üşümüşlüğümü..
..........
..........
Oysa nasıl da ihtiyacım var sana,bilemezsin
Sarılsan bana kutsal bir şefkatle,
başımı göğsüne yaslasam
ve yiten ümitlerimin ayak seslerini
duysam kalbinin atışında,
içine düştüğüm çaresizlikle birlikte
sana sımsıkı sarılırken,
sıcaklığını hissedip boğazıma düğümlenen
ve içimde yankılanan hıçkırıklarımı
özgür bırakıp ağlasam..
Sen saçlarımı okşasan,
ben içimdeki zehiri
nehir misali akıtsam
........
Ama yoksun!..
.........
Geceyi dinliyorum..
kulağımda tanıdık şarkıların melodisi..
Gökyüzüne bakıyorum..
Yıldızlar sönük..
soğuk rüzgarlar esiyor..
gözlerim dalıyor sonra
Uzaklarda bir hayali arıyorum sanki..
Bekliyorum..
Yalnız ve sessiz..
ellerim yazmak istiyor
dudaklarım konuşmak..
ağırlık çökmüş üstüme
içimden haykırmak geliyor
gökyüzüne
sesim çıkmayana dek
''Nerdesin,
Sen artık gelsen be sevgili!''
susmadan ve bıkmadan
haykırmak
ve yazmak
kalem tükenene dek:
Seni Seviyorum..Seni Seviyorum..
Seni Seviyorum..Seni seviyorum..Seni..
.........
22 Ağustos 2011 Pazartesi
Aciz bir yaz gecesi..
Bahar akşamına ait nemli zamanların
ayyaş ayakları dolaşıyor suların üzerinde..
Bütün 'şey'ler, 'hiçbirşey'liğe alışırken,
bir dem şefkate sunacakları 'öz'lerini arıyorlar duvar diplerinde..
Mecalsiz bekleyişler mi bizi 'arabesk'leştiren?.
Acı solukluyor ciğerler..
Kasvetin dayanılmazlığı
Beyoğlunun kıdemli bir berduşu gibi..
'Bu kadar canı nasıl yanar sokakların,
diye düşünürken öğrendim;
kayboluşların bütün adresi onlara çıkıyormuş,
bir ''şiir'' için ölürlermiş meğer..
Hüzün..
Ne zamandır ayrı yaşıyor bizden.
Hastalıklı bakıyor, hiç görmüyormuşuz aslında.
Bidiklerimiz yalan..
Duyduklarımız yeraltı farelerinin sesleri..
Eğer mutluluk değilse acının kardeşi,
iki düşmanı taşır mı bu aciz bünye?
Yabancılaşıyoruz..
Uzaklaşıyoruz kendimizden...
Uçurum kenarına bırakıp kaçtığımız canların ahı tutuyor tek tek..
Felçli bir yetinme güdüsünün verdiği hazza muhtaç
sonu olmayan hikayelerden başka bir şey değil
geleceğimiz..
Çaresiziz..
Var olana karşı aciziz,
''aşk''larımız bile şuursuz bir ayaklanma..
Giden sevgililere nazire olsun diye çekemediğimiz acılarımız
yüzkarası mutluluğumuzun..
Ölümün rengi ''mavi''...Sahi gerçek ne?
................
................
Ölüm!...
Ne kadar bize bağlı ki yaşam ipinin ucu?
Ölümün üzengisini kim tutabiliyor ki,
bırakınca ruhumuz dört nala uçabilsin sonsuza?
Yaşarken ölümlü olduğunun bilincinde olabilmek,
yani yalnızlığı, yani kendimizi seçmek önemli bir gayret.
Arabesk bir yalnızlıktan söz etmiyorum..
Bu hayata yabancılaşmak anlamına gelmiyor;
kendimizle başbaşa kaldığımız ,kendimizi dinlediğimiz
zamanlarımız olmalı,diyorum
Suni bir yaşanmışlığın altını çiziyorum
Bir yerde okumuştum.
Cümle şöyleydi:
''Bir kutunun içinden bir başka kutunun içine bir kutu ile gidiyoruz..
Devamlı koşturma halinde bu.
Ev bir kutu,işyerindeki oda bir kutu ve binilen vasıta bir kutu''..
İnsanın kendisi bir kutu,yaşadığı hayat bir kutu,dünya bir kutu.
Ne kendisiyle, ne hayatla,ne dünyayla
yüzleşebiliyor.
O çok daha önemli uğraşların içinde!..
Durup düşünmeye vakti bile yok!.
Çok işi var;
bir çift gözü üzerinde yoğunlaştıracak
bir yığın imajın şuh yüzleri onu bekliyor.
Bir yerlerden kontrol altına alınmış gibiyiz..
Nasıl olacağımız,neler yapacağımız,
kaygılarımız, arzularımız, aşklarımız, tercihlerimiz..
bizim dışımızda belirleniyor..
Aslında başkalarının bize dair ürettiği,
kurguladığı bir hayatın yorgunlarıyız..
Her gün biraz daha eksiliyor,
kalbimizden uzak düşmüşlüğün içinde
diri seslerden yoksun kalıyoruz.
Her geçen gün farklı,
kendimize uzak biri oluyoruz.
Vestiyerleri var ruhlarımızın,binbir çeşit kostümleri astığımız..
çeşit çeşit,renk,renk,boy boy,karakter,karakter...
Travmalarını gizliyoruz odacıklarında beynimizin..
Düşünsene!..
Ya Sen?
Bugün hangi kostümünlesin?..
.........
Farkında değil misiniz?
Bu uzak düşmüşlüğün içinde
deli taylar gibi ölüme koşuyoruz..
Bana, sana, herkese dair düşünülen bu kısa notlardan sonra
sadece şunu biliyorum:
etrafta uçuşan seslerden sıyrılmak,
biraz kendimiz olmak ve
daha çok kalbimizden yana düşmek gerekiyor.
Niçin?
Herşeye duyarlı bir yürek için!...
ayyaş ayakları dolaşıyor suların üzerinde..
Bütün 'şey'ler, 'hiçbirşey'liğe alışırken,
bir dem şefkate sunacakları 'öz'lerini arıyorlar duvar diplerinde..
Mecalsiz bekleyişler mi bizi 'arabesk'leştiren?.
Acı solukluyor ciğerler..
Kasvetin dayanılmazlığı
Beyoğlunun kıdemli bir berduşu gibi..
'Bu kadar canı nasıl yanar sokakların,
diye düşünürken öğrendim;
kayboluşların bütün adresi onlara çıkıyormuş,
bir ''şiir'' için ölürlermiş meğer..
Hüzün..
Ne zamandır ayrı yaşıyor bizden.
Hastalıklı bakıyor, hiç görmüyormuşuz aslında.
Bidiklerimiz yalan..
Duyduklarımız yeraltı farelerinin sesleri..
Eğer mutluluk değilse acının kardeşi,
iki düşmanı taşır mı bu aciz bünye?
Yabancılaşıyoruz..
Uzaklaşıyoruz kendimizden...
Uçurum kenarına bırakıp kaçtığımız canların ahı tutuyor tek tek..
Felçli bir yetinme güdüsünün verdiği hazza muhtaç
sonu olmayan hikayelerden başka bir şey değil
geleceğimiz..
Çaresiziz..
Var olana karşı aciziz,
''aşk''larımız bile şuursuz bir ayaklanma..
Giden sevgililere nazire olsun diye çekemediğimiz acılarımız
yüzkarası mutluluğumuzun..
Ölümün rengi ''mavi''...Sahi gerçek ne?
................
................
Ölüm!...
Ne kadar bize bağlı ki yaşam ipinin ucu?
Ölümün üzengisini kim tutabiliyor ki,
bırakınca ruhumuz dört nala uçabilsin sonsuza?
Yaşarken ölümlü olduğunun bilincinde olabilmek,
yani yalnızlığı, yani kendimizi seçmek önemli bir gayret.
Arabesk bir yalnızlıktan söz etmiyorum..
Bu hayata yabancılaşmak anlamına gelmiyor;
kendimizle başbaşa kaldığımız ,kendimizi dinlediğimiz
zamanlarımız olmalı,diyorum
Suni bir yaşanmışlığın altını çiziyorum
Bir yerde okumuştum.
Cümle şöyleydi:
''Bir kutunun içinden bir başka kutunun içine bir kutu ile gidiyoruz..
Devamlı koşturma halinde bu.
Ev bir kutu,işyerindeki oda bir kutu ve binilen vasıta bir kutu''..
İnsanın kendisi bir kutu,yaşadığı hayat bir kutu,dünya bir kutu.
Ne kendisiyle, ne hayatla,ne dünyayla
yüzleşebiliyor.
O çok daha önemli uğraşların içinde!..
Durup düşünmeye vakti bile yok!.
Çok işi var;
bir çift gözü üzerinde yoğunlaştıracak
bir yığın imajın şuh yüzleri onu bekliyor.
Bir yerlerden kontrol altına alınmış gibiyiz..
Nasıl olacağımız,neler yapacağımız,
kaygılarımız, arzularımız, aşklarımız, tercihlerimiz..
bizim dışımızda belirleniyor..
Aslında başkalarının bize dair ürettiği,
kurguladığı bir hayatın yorgunlarıyız..
Her gün biraz daha eksiliyor,
kalbimizden uzak düşmüşlüğün içinde
diri seslerden yoksun kalıyoruz.
Her geçen gün farklı,
kendimize uzak biri oluyoruz.
Vestiyerleri var ruhlarımızın,binbir çeşit kostümleri astığımız..
çeşit çeşit,renk,renk,boy boy,karakter,karakter...
Travmalarını gizliyoruz odacıklarında beynimizin..
Düşünsene!..
Ya Sen?
Bugün hangi kostümünlesin?..
.........
Farkında değil misiniz?
Bu uzak düşmüşlüğün içinde
deli taylar gibi ölüme koşuyoruz..
Bana, sana, herkese dair düşünülen bu kısa notlardan sonra
sadece şunu biliyorum:
etrafta uçuşan seslerden sıyrılmak,
biraz kendimiz olmak ve
daha çok kalbimizden yana düşmek gerekiyor.
Niçin?
Herşeye duyarlı bir yürek için!...
21 Ağustos 2011 Pazar
Feysbuk ve Tivıtır :( :)
Bu meretler ne de tesirli..
çoluk cocuk genç yaşlı
demeden bağımlısı olduk
bağımlı olanlara bişiy diyemiyorum..
zehirli..
dürtmeler gönderiyoruz uzak diyarlara
bağlantı sağlıor güya köy şehir farketmez
video paylaşmalı, ee biraz da gülmeli..
ona buna laf atmalı,eğlenmeli..
facebook un bookunu (?!) artık çıkardık
balkondayım..tv karşısındayım..tuvaletteyim..:)
hatta üst kattayım(evim dublex 2 katlı baak gibi:) vs..
her dakika nerde kimle naptığımızı belirten msjlarla
yapay gülümsemelerle twitter yada diğer mecralarda
gereksiz nicklerle?!
Toplumda sıcak ilişkileri geri plana itip
sanal alemi bağımlı yapan..
gitgide yapay ilişkiler kurduran bu sitelere
hepimiz giriyoruz..ama müdavimiyiz ama ender giriyoruz..
diyanetin başkanının bile hesabı varmış:)ee artık herkesin vardır
die düşünüyorum
ilk başta özlü sözlü sözler..twitter da tivitler..
gerçekte hiç arayıp sormadığı yakınları facebookta..
dıyının dıyının dısı arkadaşlıklar..
Korkarım bir gün kapi çalacak ve tanımadığım birisi ,
67 ortak arkadaşımız var içeri girebilir miyim ? Diyecek ;)
sanal göz kırpma dürtme diye tabir edilen
selamlamalar ile arayıp soranlar..
üst kat komşu ile yapay bir gülme el işareti ile
mrb..slm..iiakşamlar..:)
madalyonun diğer yüzü..
ekonomik koşullar el vermiyor..
bir yere gitmeye gücün yetmiyor..
oturduğun yerden güya sosyallik sağlıyor..
aktif olarak kullanmasam da ben hala mahalle arkadaşlığından
o kültürden yanayım..hatta hala mektup arkadaşlarımla mektuplaşırım
sms mail de varken mektup ta neymiş diyenlerden misnz,
yoksa amaaan diip sıkılanlardan mı bilemem?!
arayıp uzak diyarda olsa iki satır konuşmaktan,
kahve içip karşılıklı iki lafın belini kırmaktan
keyif alıyorum..
kötü,yada zararlı demiyorum ama
nasıl kullandığımızdan bahsediyorum..
her iki yerde adresim var..bookunu yani kitabını çıkarıp :)
yayınlayacak kadar içli dışlı değilim..
mümkün mertebe temkinli kullanıyorum
temkinli olmada fayda var..:))
çoluk cocuk genç yaşlı
demeden bağımlısı olduk
bağımlı olanlara bişiy diyemiyorum..
zehirli..
dürtmeler gönderiyoruz uzak diyarlara
bağlantı sağlıor güya köy şehir farketmez
video paylaşmalı, ee biraz da gülmeli..
ona buna laf atmalı,eğlenmeli..
facebook un bookunu (?!) artık çıkardık
balkondayım..tv karşısındayım..tuvaletteyim..:)
hatta üst kattayım(evim dublex 2 katlı baak gibi:) vs..
her dakika nerde kimle naptığımızı belirten msjlarla
yapay gülümsemelerle twitter yada diğer mecralarda
gereksiz nicklerle?!
Toplumda sıcak ilişkileri geri plana itip
sanal alemi bağımlı yapan..
gitgide yapay ilişkiler kurduran bu sitelere
hepimiz giriyoruz..ama müdavimiyiz ama ender giriyoruz..
diyanetin başkanının bile hesabı varmış:)ee artık herkesin vardır
die düşünüyorum
ilk başta özlü sözlü sözler..twitter da tivitler..
gerçekte hiç arayıp sormadığı yakınları facebookta..
dıyının dıyının dısı arkadaşlıklar..
Korkarım bir gün kapi çalacak ve tanımadığım birisi ,
67 ortak arkadaşımız var içeri girebilir miyim ? Diyecek ;)
sanal göz kırpma dürtme diye tabir edilen
selamlamalar ile arayıp soranlar..
üst kat komşu ile yapay bir gülme el işareti ile
mrb..slm..iiakşamlar..:)
madalyonun diğer yüzü..
ekonomik koşullar el vermiyor..
bir yere gitmeye gücün yetmiyor..
oturduğun yerden güya sosyallik sağlıyor..
aktif olarak kullanmasam da ben hala mahalle arkadaşlığından
o kültürden yanayım..hatta hala mektup arkadaşlarımla mektuplaşırım
sms mail de varken mektup ta neymiş diyenlerden misnz,
yoksa amaaan diip sıkılanlardan mı bilemem?!
arayıp uzak diyarda olsa iki satır konuşmaktan,
kahve içip karşılıklı iki lafın belini kırmaktan
keyif alıyorum..
kötü,yada zararlı demiyorum ama
nasıl kullandığımızdan bahsediyorum..
her iki yerde adresim var..bookunu yani kitabını çıkarıp :)
yayınlayacak kadar içli dışlı değilim..
mümkün mertebe temkinli kullanıyorum
temkinli olmada fayda var..:))
17 Ağustos 2011 Çarşamba
Hüzün...ve...Gülümseme...
Hüznü gülümsemeye benzetirim ben
Biri yürek sevincinin dudaklarda seğirmesi,
diğeri yürek ağlamalarının gözbebeklerinde
asılı kalmasıdır..
İkisinde de durağanlık sözkonusudur..
Sevinçte acı da yorar insanı..
Belirgin bir dinamizmi içeren kahkaha ve gözyaşına
nadiren itibar edişimde belki bu yüzdendir.
Bazen hüznün gülümsediğine tanık olursun..
Hüzün gülümser mi? deme..
Eğer onunla birlikte yaşamaya alışmışsan
gülümser pekala..
Sürekli yüreğinin köşesine yerleşmiş bu konuğa
hatta anlayışlı davranmaya bile başlarsın..
Ve bu davranış farkında olmadan bir gülümsemeye
dönüşür dudaklarında..
Dudaklar gülümserken, gözler hüzünlü bakar..
.........
.........
Yüreğinin sürekli konuğu gençken aşktır,yaşlıyken ölüm!..
Biri yürek sevincinin dudaklarda seğirmesi,
diğeri yürek ağlamalarının gözbebeklerinde
asılı kalmasıdır..
İkisinde de durağanlık sözkonusudur..
Sevinçte acı da yorar insanı..
Belirgin bir dinamizmi içeren kahkaha ve gözyaşına
nadiren itibar edişimde belki bu yüzdendir.
Bazen hüznün gülümsediğine tanık olursun..
Hüzün gülümser mi? deme..
Eğer onunla birlikte yaşamaya alışmışsan
gülümser pekala..
Sürekli yüreğinin köşesine yerleşmiş bu konuğa
hatta anlayışlı davranmaya bile başlarsın..
Ve bu davranış farkında olmadan bir gülümsemeye
dönüşür dudaklarında..
Dudaklar gülümserken, gözler hüzünlü bakar..
.........
.........
Yüreğinin sürekli konuğu gençken aşktır,yaşlıyken ölüm!..
15 Ağustos 2011 Pazartesi
-Gökçeada günlüğü-
Geçtiğimiz hafta
3 günümü dolu dolu Gökçeadada
çok fazla gözönünde olmayan
belki de ihmal edilmiş yerleri keşfederek geçirdim
ve çok mutlu olduğumu söyleyebilirim..
Gökçeada -diğer adıyla- İmroz..
Türkiyenin en büyük adası
Ülkenin en batı ucu diyebiliriz..
Göçeadaya ulaşım deniz yoluyla kabatepe limanından
arabalı feribot ve deniz otobüsleriyle sağlanmakta
Nüfusun çoğunluğunun eskiden Rum olduğu adada bugün 300 den az Rum kalmış
Yoğun olarak yaşadıkları yerlere baktığınızda terkedilmiş ve ıssız bugün..
Ama köylerin ara sokaklarında dolaştığınızda eskiye ait o canlılığı
hala hissedebiliyorsunuz..
Köy demişken adada 9 köy bulunuyor
Kaleköy, Tepeköy, Uğurlu, Eski bademli,Yeni bademli,
Eşelek, Zeytinli, Şirinköy ve Dereköy..
Ağırlıklı olarak Rum köyleri olsa da Türkler de yaşıyor
Trafikten,koşuşturmadan,gürültüden bıktıysanız
Ada bunlardan uzak kafa dinlemek için ideal bence
Ada da herşey ağır çekim..
deniz..kum..rüzgar..
aaa adaya hakim olan keskin kekik kokusu nu unutmamak gerekir
Rüzgarla birlikte burnunuza gelen çeşitli ot,çiçek kokuları..
(ama adada taze kekik satılmaması ve bulamamız da
ilginç bir tezat ve hayalkırıklığıdır )
Müthiş bir sakinlik özlemiyle çıktığım yolculuk
tam da istediğim gibi sonuçlandı..
Adaya vardığımızda en yüksek noktalardan birine
konumlanmış olan -adı üstünde- Tepeköy'e gittik
Tepeköy her sene 15 Ağustos'ta Meryem Ana Panayırına
ev sahipliği yapan köy..
Köy meydanının dolup taştığı, meydana konan kazanlarla yemekler
pişirilip eğlenildiği, sokaklarda dans edip şarap içildiği kutlamalar
Köyde klise ve eski Rum mezarlığı gezilebilir
Köyü gezdikten sonra
Tepeköy ile anılan Barba Yorgo pansiyona yerleştik
Adadaki tek Rum tavernasına sahip
pansiyonun sahibi Barba Yorgo
kendisine ait bağında şarap ta üretmekte
Şaraplarının çok başarılı olduğunu malesef söyleyemeyeceğim ama
pansiyonun yemekleri ve manzarası iyiydi..
Doğup büyüdüğü topraklara sonradan geri dönen Barba Yorgo,
pansiyonculukla birlikte adaya yerleşmiş..
Restoranın manzarası gerçekten çok güzel
Küçük mütevazi odalarından fazla beklentiniz olmasın
fiyatı uygun ve son derece sakin
Kendisi de gayet güler yüzlü,esprili,hoş sohbet biri..
yaşına rağmen tüm masalrla konuklarla tek tek ilgileniyor
Konukların yarısı Türk yarısı Rum
Rum konuklarının yanına gidip ayrı Rumca takılıp espri yapıyor,
Türklerle ayrı ilgileniyor,Türkçe takılıp sohbet ederken
Ada tarihi insanın gözünün önüne geliyor
ve sonra
Reatoranda duvarda bir tabela ve yazı dikkatimi çekiyor:
İki yabancı, iki yakada
Uzo ve Rakı ile
Dumanlı kafaları
dillerinde aynı şarkı,
dudaklarında aynı tebessüm
kim inanır ki
düşman olduklarına
Barba Yorgo
Belki de herşeyi özetliyor ve anlatıyor bu yazı!..
..............
..............
Ertesi gün Aydıncık (Kefaloz) koyuna gittik
Gökçeada Sörf Eğitim Otelin de kaldık
Sörfe yeni başlayan yada profesyonel ler için uygun bir yer
Özellikle son zamanlarda daha da keşfedilen Alaçatının
kalabalıklaşmasının aksine burası sakin
ve rüzgarlı olmasına rağmen
dalgasız bir denizi var
Tesis gayet güzel,eşsiz bir manzarası var
Odalar gayet güzel ve rahat
Güzel bir restoran ve sahil cafesi var
plaja bakıyor direk
Geniş altın rengi bir kumsalı var
Çeşitli yemek menüsüyle aydıncık plajına bakan denize sıfır
restoranda yemeğinizi keyifle yiyebilir,
Gündüz sörf yapanları izleyebilirsiniz
Aydıncık koyunundan sonra diğer durak Zeytinliköy
Geleneklerinden hiçbirşey kaybetmemiş,sakin,
güzel bir Rum köyü
Dibek kahvesi ile ünlü..
Dibek kahvesi,taşa oyulmuş bir çukurda
kahve çekirdeklerinin 10 kiloluk demirlerle
ezildikten sonra elekten geçirilmesiyle yapılıyor
Kahve taze günlük sunuluyor
Gökçeadaya gittiyseniz
mutlaka dibek kahvesi içmeden dönmeyin
Köy sokaklarında ilerlerken tabelalarında yönlendirmesiyle
Beşiktaşlı Barba Hristo'nun yerine gidiyoruz..
Beşiktaşlı Barba Hristo ya beşiktaşlı denmesinin nedeni,
1930 lu yıllarda beşiktaş takımında forma giymiş olduguna dair bir efsane yayılmış ama arastırınca sadece takıma olan aşk tan dolayı
olduğunu öğrendik
En meşhur yiyeceği olan
sakızlı muhallebiyi denemek üzere
siparişi verdik.
Barba rumca 'amca ' demekmiş..Sonradan sorduğumda öğrendim
Kendisi 91 yaşında ve adada yaşıyor,
şaşıracaksınız ama ilerlemiş yaşına rağmen
tatlıları da kahveleri de kendisi hazırlıyor
yılların yorgunluğuna aldırış etmeden mutfakta
hala leziz tatlılar yapması,çalışması dikkate değer..
Hayatımda yediğim en leziz sakızlı muhalebiydi
Teşekküredip kalktıktan sonra köyü dolaşıyoruz
...........
Ve Kaleköy..
Adanın deniz kenarında tek yerleşim yeri
otellerin çoğu deniz manzarasına kurulmuş
Burda Yukarı Kaleköy de Yakamoz Restaurant
ta akşam yemeği yemeli ve
eşsiz manzarasını mutlaka görmelisiniz
Otelin terası restoran olarak ayrılmış durumda
Türk mutfağı,deniz ürünleri,zeytinyağlı yemeklerden oluşan menüsü güzel
Terastan tüm gökçeadayı kuşbakışı seyredebiliyorsunuz
Muhteşem bir günbatımı için ideal
Manzarayı seyredip fotoğraf çektikten sonra
Rakı Balık keyfi tamamlanır ve oradan ayrıldık
-devamı gelecek :)-
3 günümü dolu dolu Gökçeadada
çok fazla gözönünde olmayan
belki de ihmal edilmiş yerleri keşfederek geçirdim
ve çok mutlu olduğumu söyleyebilirim..
Gökçeada -diğer adıyla- İmroz..
Türkiyenin en büyük adası
Ülkenin en batı ucu diyebiliriz..
Göçeadaya ulaşım deniz yoluyla kabatepe limanından
arabalı feribot ve deniz otobüsleriyle sağlanmakta
Nüfusun çoğunluğunun eskiden Rum olduğu adada bugün 300 den az Rum kalmış
Yoğun olarak yaşadıkları yerlere baktığınızda terkedilmiş ve ıssız bugün..
Ama köylerin ara sokaklarında dolaştığınızda eskiye ait o canlılığı
hala hissedebiliyorsunuz..
Köy demişken adada 9 köy bulunuyor
Kaleköy, Tepeköy, Uğurlu, Eski bademli,Yeni bademli,
Eşelek, Zeytinli, Şirinköy ve Dereköy..
Ağırlıklı olarak Rum köyleri olsa da Türkler de yaşıyor
Trafikten,koşuşturmadan,gürültüden bıktıysanız
Ada bunlardan uzak kafa dinlemek için ideal bence
Ada da herşey ağır çekim..
deniz..kum..rüzgar..
aaa adaya hakim olan keskin kekik kokusu nu unutmamak gerekir
Rüzgarla birlikte burnunuza gelen çeşitli ot,çiçek kokuları..
(ama adada taze kekik satılmaması ve bulamamız da
ilginç bir tezat ve hayalkırıklığıdır )
Müthiş bir sakinlik özlemiyle çıktığım yolculuk
tam da istediğim gibi sonuçlandı..
Adaya vardığımızda en yüksek noktalardan birine
konumlanmış olan -adı üstünde- Tepeköy'e gittik
Tepeköy her sene 15 Ağustos'ta Meryem Ana Panayırına
ev sahipliği yapan köy..
Köy meydanının dolup taştığı, meydana konan kazanlarla yemekler
pişirilip eğlenildiği, sokaklarda dans edip şarap içildiği kutlamalar
Köyde klise ve eski Rum mezarlığı gezilebilir
Köyü gezdikten sonra
Tepeköy ile anılan Barba Yorgo pansiyona yerleştik
Adadaki tek Rum tavernasına sahip
pansiyonun sahibi Barba Yorgo
kendisine ait bağında şarap ta üretmekte
Şaraplarının çok başarılı olduğunu malesef söyleyemeyeceğim ama
pansiyonun yemekleri ve manzarası iyiydi..
Doğup büyüdüğü topraklara sonradan geri dönen Barba Yorgo,
pansiyonculukla birlikte adaya yerleşmiş..
Restoranın manzarası gerçekten çok güzel
Küçük mütevazi odalarından fazla beklentiniz olmasın
fiyatı uygun ve son derece sakin
Kendisi de gayet güler yüzlü,esprili,hoş sohbet biri..
yaşına rağmen tüm masalrla konuklarla tek tek ilgileniyor
Konukların yarısı Türk yarısı Rum
Rum konuklarının yanına gidip ayrı Rumca takılıp espri yapıyor,
Türklerle ayrı ilgileniyor,Türkçe takılıp sohbet ederken
Ada tarihi insanın gözünün önüne geliyor
ve sonra
Reatoranda duvarda bir tabela ve yazı dikkatimi çekiyor:
İki yabancı, iki yakada
Uzo ve Rakı ile
Dumanlı kafaları
dillerinde aynı şarkı,
dudaklarında aynı tebessüm
kim inanır ki
düşman olduklarına
Barba Yorgo
Belki de herşeyi özetliyor ve anlatıyor bu yazı!..
..............
..............
Ertesi gün Aydıncık (Kefaloz) koyuna gittik
Gökçeada Sörf Eğitim Otelin de kaldık
Sörfe yeni başlayan yada profesyonel ler için uygun bir yer
Özellikle son zamanlarda daha da keşfedilen Alaçatının
kalabalıklaşmasının aksine burası sakin
ve rüzgarlı olmasına rağmen
dalgasız bir denizi var
Tesis gayet güzel,eşsiz bir manzarası var
Odalar gayet güzel ve rahat
Güzel bir restoran ve sahil cafesi var
plaja bakıyor direk
Geniş altın rengi bir kumsalı var
Çeşitli yemek menüsüyle aydıncık plajına bakan denize sıfır
restoranda yemeğinizi keyifle yiyebilir,
Gündüz sörf yapanları izleyebilirsiniz
Aydıncık koyunundan sonra diğer durak Zeytinliköy
Geleneklerinden hiçbirşey kaybetmemiş,sakin,
güzel bir Rum köyü
Dibek kahvesi ile ünlü..
Dibek kahvesi,taşa oyulmuş bir çukurda
kahve çekirdeklerinin 10 kiloluk demirlerle
ezildikten sonra elekten geçirilmesiyle yapılıyor
Kahve taze günlük sunuluyor
Gökçeadaya gittiyseniz
mutlaka dibek kahvesi içmeden dönmeyin
Köy sokaklarında ilerlerken tabelalarında yönlendirmesiyle
Beşiktaşlı Barba Hristo'nun yerine gidiyoruz..
Beşiktaşlı Barba Hristo ya beşiktaşlı denmesinin nedeni,
1930 lu yıllarda beşiktaş takımında forma giymiş olduguna dair bir efsane yayılmış ama arastırınca sadece takıma olan aşk tan dolayı
olduğunu öğrendik
En meşhur yiyeceği olan
sakızlı muhallebiyi denemek üzere
siparişi verdik.
Barba rumca 'amca ' demekmiş..Sonradan sorduğumda öğrendim
Kendisi 91 yaşında ve adada yaşıyor,
şaşıracaksınız ama ilerlemiş yaşına rağmen
tatlıları da kahveleri de kendisi hazırlıyor
yılların yorgunluğuna aldırış etmeden mutfakta
hala leziz tatlılar yapması,çalışması dikkate değer..
Hayatımda yediğim en leziz sakızlı muhalebiydi
Teşekküredip kalktıktan sonra köyü dolaşıyoruz
...........
Ve Kaleköy..
Adanın deniz kenarında tek yerleşim yeri
otellerin çoğu deniz manzarasına kurulmuş
Burda Yukarı Kaleköy de Yakamoz Restaurant
ta akşam yemeği yemeli ve
eşsiz manzarasını mutlaka görmelisiniz
Otelin terası restoran olarak ayrılmış durumda
Türk mutfağı,deniz ürünleri,zeytinyağlı yemeklerden oluşan menüsü güzel
Terastan tüm gökçeadayı kuşbakışı seyredebiliyorsunuz
Muhteşem bir günbatımı için ideal
Manzarayı seyredip fotoğraf çektikten sonra
Rakı Balık keyfi tamamlanır ve oradan ayrıldık
-devamı gelecek :)-
13 Ağustos 2011 Cumartesi
Gökçeada,gece,sen ve sessizlik..
Rüzgarın sesini dinliyorum..
Mumun alevi duvarda gölgeler nakşederken
gecenin sessizliğini duyuyorum..
Kimseler yok,koca dünya ortasında
bir sen,bir ben..
ne gidecek bir yer,
ne duyabilecek birisi..
Çabalıyorum ama yorulmak istemiyorum düşüncelerle
kapılıyorum saatlerin korkusuna
iliklerimi saran bir kıpırtı hissediyorum..
hayatın varlığını,yaşanacak duyguları
getiriyor bana
aynı heyecanları bedenimin olmadık yerlerinde
hissediyorum..
Birşeyler anlatıyor
Rüzgarın sesi bu;
seni bana anlatıyor..
yeniden doğmayı,
yeniden herşeye başlamayı öğretecek olan rüzgar!..
Anlatıp geçti seni bana..
Rüzgarları bilirsin
Çabuk ve ürkütücüdür..
etrafına ne bıraktığını anlamadan
öylece çekip gider..
bana anlattığı şeylerde aradım seni,
bir ipucu,belki yeni bir bekleyiş..
Ve sonunda buldum..
Bana anlatmak istediği şey
senin kalbinin sesiymiş..
çabuk geçmesine rağmen
en önemli yeri atlamadan bana bırakıp gitmiş..
dinledim saatlerce
varlığını hissettim.
yaşadım ve gelmeni bekledim.
kocaman dünyanın sessiz kalan kısmında sende varmışsın
sessizliği paylaşırken geceyle
sana sesleniyorum
sen duymuyorsun..
Rüzgara sesleniyorum sonra;
Bu sefer sesiyle birlikte kendisini de getir,
özlüyorum diyorum
bu zamana kadar getirdiğin sesinde ruhunu hissettim,
getirdiğin kokusunda bedenini hissettim
bana bu sefer kendini getir
kendimin ben olduğunu hissedeyim
Beni bir kez daha hayata bağlayacak herşeyi ile
yeni bir dünya kuracak olan sensin..
Sevdiğim,
Bu kadar sessizlikte sensiz bırakma beni!..
Mumun alevi duvarda gölgeler nakşederken
gecenin sessizliğini duyuyorum..
Kimseler yok,koca dünya ortasında
bir sen,bir ben..
ne gidecek bir yer,
ne duyabilecek birisi..
Çabalıyorum ama yorulmak istemiyorum düşüncelerle
kapılıyorum saatlerin korkusuna
iliklerimi saran bir kıpırtı hissediyorum..
hayatın varlığını,yaşanacak duyguları
getiriyor bana
aynı heyecanları bedenimin olmadık yerlerinde
hissediyorum..
Birşeyler anlatıyor
Rüzgarın sesi bu;
seni bana anlatıyor..
yeniden doğmayı,
yeniden herşeye başlamayı öğretecek olan rüzgar!..
Anlatıp geçti seni bana..
Rüzgarları bilirsin
Çabuk ve ürkütücüdür..
etrafına ne bıraktığını anlamadan
öylece çekip gider..
bana anlattığı şeylerde aradım seni,
bir ipucu,belki yeni bir bekleyiş..
Ve sonunda buldum..
Bana anlatmak istediği şey
senin kalbinin sesiymiş..
çabuk geçmesine rağmen
en önemli yeri atlamadan bana bırakıp gitmiş..
dinledim saatlerce
varlığını hissettim.
yaşadım ve gelmeni bekledim.
kocaman dünyanın sessiz kalan kısmında sende varmışsın
sessizliği paylaşırken geceyle
sana sesleniyorum
sen duymuyorsun..
Rüzgara sesleniyorum sonra;
Bu sefer sesiyle birlikte kendisini de getir,
özlüyorum diyorum
bu zamana kadar getirdiğin sesinde ruhunu hissettim,
getirdiğin kokusunda bedenini hissettim
bana bu sefer kendini getir
kendimin ben olduğunu hissedeyim
Beni bir kez daha hayata bağlayacak herşeyi ile
yeni bir dünya kuracak olan sensin..
Sevdiğim,
Bu kadar sessizlikte sensiz bırakma beni!..
3 Ağustos 2011 Çarşamba
Son...
Uykusu ağır bir gün..
ışığı hafif..
Ben nöbetini tutuyorum
ama her geçen gün
daha az
ve zamanla
kendini iyileştiren yara gibi
daha iyi..
Azala azala..
Daha az seviyorum seni
giderek daha az..
usul usul keşfederek sevdim
her gün sana doğarak sevdim
şimdi unutur gibi seviyorum..
Boşuna arama,
gelme artık sevgili!..
arada bir, istediğinde
bir sayfasını rastgele açıp okuyacağın
kitap değilim ben!..
istediğin zaman ara sıra uğrayacağın bir liman,
canın çekince içeceğin bir kadeh şarap değilim!
Üstünü değiştirmek için gelme;
Ben günah çıkarma kabini değilim!..
Yüreklere oyuncak olmayacak kadar derinine bir aşk yaşadım ben!
Git! Kendini başka yerde temize çek!..
Üzerini örttüm senin..
......
.....
Ama en kötüsü ne biliyor musun sevgili?!
Sen her ne kadar umursamasan da
Kimse benim gibi sevmeyecek seni,
kimse şiirler yazmayacak sana
ve en kötüsü
belki hiçbirzaman okumayacağın yazılar
yazdım sana!..
..........
............
Sevdiğim!..
İyi ol, Sağ ol, Uzak ol
Ama bir daha görme beni!
ışığı hafif..
Ben nöbetini tutuyorum
ama her geçen gün
daha az
ve zamanla
kendini iyileştiren yara gibi
daha iyi..
Azala azala..
Daha az seviyorum seni
giderek daha az..
usul usul keşfederek sevdim
her gün sana doğarak sevdim
şimdi unutur gibi seviyorum..
Boşuna arama,
gelme artık sevgili!..
arada bir, istediğinde
bir sayfasını rastgele açıp okuyacağın
kitap değilim ben!..
istediğin zaman ara sıra uğrayacağın bir liman,
canın çekince içeceğin bir kadeh şarap değilim!
Üstünü değiştirmek için gelme;
Ben günah çıkarma kabini değilim!..
Yüreklere oyuncak olmayacak kadar derinine bir aşk yaşadım ben!
Git! Kendini başka yerde temize çek!..
Üzerini örttüm senin..
......
.....
Ama en kötüsü ne biliyor musun sevgili?!
Sen her ne kadar umursamasan da
Kimse benim gibi sevmeyecek seni,
kimse şiirler yazmayacak sana
ve en kötüsü
belki hiçbirzaman okumayacağın yazılar
yazdım sana!..
..........
............
Sevdiğim!..
İyi ol, Sağ ol, Uzak ol
Ama bir daha görme beni!
2 Ağustos 2011 Salı
karalamaca......
Bu sabah güneş ışıklarıyla uyandım..
Gecenin karanlık yüzüne yüzümü dönmeye alışmışım;
yadırgıyorum güneşin yüzünü bu kadar güzel göstermesini..
Farkettim ki, yorgunum...
Hep tetikte yaşıyorum..
Her an kaosa,mücadeleye,direnmeye hazırım..
kanayan bir yürekle nasıl baş edileceğini biliyorum..
Doğruluyorum..
Sükunet ruhumu bozuyor..
Öyle bir cendereden geçirdim ki kalbimi
yokluğuna alışmak tuhaf geliyor..
hapishaneden çıkan mahkum gibi
bir afallama var üzerinde..
son kez etrafına bakarsın..
Mahkum,Özgürsün!..
tel örgülerin ötesini görmek için bir adım atarsın
Özgürsün,Git gidebildiğin yere
ama nereye?!..
....
işte tam olarak böyle birşey içimde acı hüzünle
kapladığın o yerin boşluğunu ifade etmek..
.........
Aklımın sensiz geçirdiği, saymadığım bilmem kaçıncı gününde
ruhumdaki huzura karşılık, ne yapacağını bilememe duygusunu hissediyorum.
Gecenin karanlık yüzüne yüzümü dönmeye alışmışım;
yadırgıyorum güneşin yüzünü bu kadar güzel göstermesini..
Farkettim ki, yorgunum...
Hep tetikte yaşıyorum..
Her an kaosa,mücadeleye,direnmeye hazırım..
kanayan bir yürekle nasıl baş edileceğini biliyorum..
Doğruluyorum..
Sükunet ruhumu bozuyor..
Öyle bir cendereden geçirdim ki kalbimi
yokluğuna alışmak tuhaf geliyor..
hapishaneden çıkan mahkum gibi
bir afallama var üzerinde..
son kez etrafına bakarsın..
Mahkum,Özgürsün!..
tel örgülerin ötesini görmek için bir adım atarsın
Özgürsün,Git gidebildiğin yere
ama nereye?!..
....
işte tam olarak böyle birşey içimde acı hüzünle
kapladığın o yerin boşluğunu ifade etmek..
.........
Aklımın sensiz geçirdiği, saymadığım bilmem kaçıncı gününde
ruhumdaki huzura karşılık, ne yapacağını bilememe duygusunu hissediyorum.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)