Elinde ne varsa hayata dair,ötesi hiçbir şey ya da vesair...Hani demiş ya şair: Mutluluğu sende bulan senindir; ötesi misafir...
13 Eylül 2011 Salı
karalamaca...
Sessiz bir gece
Sakin..
Eylemsiz..
Dudaklarında -küfür gibi- kayboluşlarını
ısırıyorsun..
Anlaşılmaz sancılar yüreğinde..
Sessizliğin alıyor..
Kahkası kalıyor siluetinde
arınmaz saklanışların..
Hüzün gözyaşlarına dokunuyor
Ruhunda dalgalanmalar..
Yüreğin acır..
Duyulmaz..
Gözlerin ferinde uçurumlar..
Ruhunu altüst eden kül sözcükler
taşınmaz dertler
Ağır gelen sinirli akşamların..
Sancılar, iç çekmeler..
Ağlamak fayda etmez
Üşürsün..
Geceye uzanır ruhsuz bakışların
vücudun ters tepkiler verir
Ellerin her milimetresi sızlar
Vücudunun dili tutulur
Bir ayıpsız, sürgün dolunay..
Gözlerini kefenlersin hasrete,
yakınına iliştirirsin hayatın..
Kalbin delice çarpar,
boğazın düğümlenir
hayatında hiç düğümlenmediği kadar
Küfredersin geceye
ve herşeye..
Gökyüzünün seyrinde
şizofren güncen..
zaman ilerledikçe
akrebin intiharı nefsinde..
kanıtarak tüm yalnızlığını
kalbine bastırırsın..
derine..
daha da..
.........
Acıya dimdik duruyorum
Zulamda delilik gömleği -nasılsa-
saklanıyorum..
her kaybedişin arkasındaki
terkedilişleri çoğaltan sese..
avuç içimde kanayan aşklara
kendi küllerimi bastırıyorum..
Yazgımda yatıya kalan hicran
ve sükunet..
Kendi sessizliğimde yok olmak istiyorum..
Eskiyen yanlarıma aşk yamaları ekliyorum,
ovup duruyorum ara ara..
Ardıma yığılan kırıntılarla..
aklımın satırlarında çiğnediğim unutulmuşluklar
yuvarlanıyor tepetaklak tüm yaşam..
zaman duruyor..
Ruhunda bir onu bir kendini okurken;
Acı seni terketmiyor
Ve Aşk;
görmüyor,duymuyor,işitmiyor
siz karanlık bir gecede
çığlık atarak boğulurken...
5 Eylül 2011 Pazartesi
Hayat oyununda Aşk yorgunluğu..
Hayat
çetrefilli upuzun bir yol;
Nelerle karşılaşacağını
bir köşeyi geçince neler olacağını bilemezsin..
Birşeyler umut edersin,
çabalarsın elde edersin
ya da bişiyler zorlar
Duvarların köşeleri hep bir diğer köşeyi
görmeni engeller
Düşünsene;
Elinde bir kağıt
ve bir adrese gidiyorsun..
Farklı seçimler,tercihler var
önünde..
Herkes farklı bir yön gösteriyor
Daha önce hiç gitmediğin bir yer,
bilemezsin ki..
Doğru Kim?
Engebeli ,aşınmaz yollar
eğlenceli çekici patikalar..
Seçim senin..
Ancak gözlerindeki ışıltılara
yüreğindeki umuda bakarak anlarsın..
Peki, ya o kötülüğün verdiği hazzın ışıltısıysa?!
Her köşe başı bir umut,
belki bir tehlike seni bekleyen..
Herkesin elinde bir davet.
Karanlık sokaklar..
aydınlık sorular içinde..
aynaya bakmaktan vazgeçen suratlar..
Nereye gidiyorsun?
Ya da elindeki adresin doğru olduğunu nerden biliyorsun?
............
Bilmediğim bir sokaktayım..
Burayı tarif etmişlerdi ama
olmam gereken yer burası değil!..
Kötülükler kraliçesi hazırlıklı,
yolum uzamış,
zaman geçmiş,
gideceğim yol çamurlardan geçiyormuş
Hahh !! Kimin umrunda?!..
Aklında düşünceler
Ah bir bulsam,bir öğrensem
bir daha kaybolur muyum hiç?!..
Her köşe başı bir umut,
köşe sonları ise hep buruk
Aslında bütün çabaların boşa olduğunu nerden bileceksin
Ayakların seni kendi götürecek..
Ama güzel bir hayata ama acı yaşanmışlıklara..
Herkes tam zamanında olması gerektiği yerde olacak
ya da tam da tersi en inandıkların arkandan vuracak
Yüreğini sarmalayacak biri ya da içini acıtacak..
Gün gelecek belki
Herşey farklılaşacak;
ya da herşey aynı olacak ta
sen farklı görmeye başlayacaksın
Bakışları sözcükleri sorgulayacaksın..
umutlarla heyecanla ekilen hayatın
ortasında yorulacaksın..
Sanki hiç kimse dostun olmayacak
veya olması gerekenler olanlar değil..
Bir rüya göreceksin..
bütün bunlardan
zaman gelir,
Yorulursun..
Sıkılırsın..
Boğazında hep aynı yerde düğüm..
Kaçıp gidesin gelir
Hem yenilmişsindir hem kırılmışsındır
Herşey bir noktada düğümlenir..
O!..
Onu bulmak
Onunla devam etmek istersin..
Devam etmek..
kolay değildir çoğu zaman..
ama zaman alır bunların yükünü üzerinizden..
sızılar diner..acılar dibe çöker..
Hayatta sevinilecek şeyler yeniden keşfedilir..
Bir yerlerden bulunur umutlar yeniden,
mutluluklar edinilir..
İnsan dağıldıkça toplar kendini..
törpüler yaşanmışlıklarını..
Tek beklediği zamandır insanın..
Zaman..
.......
Ve Aşk,
en yorgun,en kırgın olduğunuz zaman
karşılar sizi..
çetrefilli upuzun bir yol;
Nelerle karşılaşacağını
bir köşeyi geçince neler olacağını bilemezsin..
Birşeyler umut edersin,
çabalarsın elde edersin
ya da bişiyler zorlar
Duvarların köşeleri hep bir diğer köşeyi
görmeni engeller
Düşünsene;
Elinde bir kağıt
ve bir adrese gidiyorsun..
Farklı seçimler,tercihler var
önünde..
Herkes farklı bir yön gösteriyor
Daha önce hiç gitmediğin bir yer,
bilemezsin ki..
Doğru Kim?
Engebeli ,aşınmaz yollar
eğlenceli çekici patikalar..
Seçim senin..
Ancak gözlerindeki ışıltılara
yüreğindeki umuda bakarak anlarsın..
Peki, ya o kötülüğün verdiği hazzın ışıltısıysa?!
Her köşe başı bir umut,
belki bir tehlike seni bekleyen..
Herkesin elinde bir davet.
Karanlık sokaklar..
aydınlık sorular içinde..
aynaya bakmaktan vazgeçen suratlar..
Nereye gidiyorsun?
Ya da elindeki adresin doğru olduğunu nerden biliyorsun?
............
Bilmediğim bir sokaktayım..
Burayı tarif etmişlerdi ama
olmam gereken yer burası değil!..
Kötülükler kraliçesi hazırlıklı,
yolum uzamış,
zaman geçmiş,
gideceğim yol çamurlardan geçiyormuş
Hahh !! Kimin umrunda?!..
Aklında düşünceler
Ah bir bulsam,bir öğrensem
bir daha kaybolur muyum hiç?!..
Her köşe başı bir umut,
köşe sonları ise hep buruk
Aslında bütün çabaların boşa olduğunu nerden bileceksin
Ayakların seni kendi götürecek..
Ama güzel bir hayata ama acı yaşanmışlıklara..
Herkes tam zamanında olması gerektiği yerde olacak
ya da tam da tersi en inandıkların arkandan vuracak
Yüreğini sarmalayacak biri ya da içini acıtacak..
Gün gelecek belki
Herşey farklılaşacak;
ya da herşey aynı olacak ta
sen farklı görmeye başlayacaksın
Bakışları sözcükleri sorgulayacaksın..
umutlarla heyecanla ekilen hayatın
ortasında yorulacaksın..
Sanki hiç kimse dostun olmayacak
veya olması gerekenler olanlar değil..
Bir rüya göreceksin..
bütün bunlardan
zaman gelir,
Yorulursun..
Sıkılırsın..
Boğazında hep aynı yerde düğüm..
Kaçıp gidesin gelir
Hem yenilmişsindir hem kırılmışsındır
Herşey bir noktada düğümlenir..
O!..
Onu bulmak
Onunla devam etmek istersin..
Devam etmek..
kolay değildir çoğu zaman..
ama zaman alır bunların yükünü üzerinizden..
sızılar diner..acılar dibe çöker..
Hayatta sevinilecek şeyler yeniden keşfedilir..
Bir yerlerden bulunur umutlar yeniden,
mutluluklar edinilir..
İnsan dağıldıkça toplar kendini..
törpüler yaşanmışlıklarını..
Tek beklediği zamandır insanın..
Zaman..
.......
Ve Aşk,
en yorgun,en kırgın olduğunuz zaman
karşılar sizi..
2 Eylül 2011 Cuma
Metropol de ''Çocuk'' Olmak!..
Bir dönem bir vakıf okulunda orta ikinci
sınıflarla,
ilkokul 3 ve 4. sınıf öğrencilerine
ingilizce dersine girdim..
O dönem okulun Rehberlik Öğretmeni
Çocukların hayata dair
algılarını öğrenmek adına test hazırlamıstı..
Gündelik yaşamdan sorular içeren bir çalışma..
cevapları okuduktan sonra önce gülmüş,
sonra bayağı kritik yapmıştık..
İlkokul 3. sınıflar...ve soru şöyle:
-Süt nasıl olmakta,biliyor musunuz?
cevap: Karfur yapıyor :))
Önce tabi tebessüm ettik,güldük fian ama
sonra üzerine konustuk
Haklıydı...
Ne inek görmüştü çocuk, Ne mandıra..
Bilemezdi..
Carrefour sepetinin içinde büyüyordu çocuk..
reyon aralarında dolaşıp raflardan ürünler
alınıp sepete atılıyor,sonra kasaya gelinip
baba yada anne bir kart çıkarıp geçiriyor
poşetlerde alınanlarla birlikte eve dönülüyordu..
ee doğal olarak sütü karfur yapıyordu:)
O zamandan sonra durup düşündüğümde ' aslında ne zor dedim'
büyükşehirde yaşamak, hele büyükşehirde çocuk olmak..
Ne zor..
O çocuklara kimse öğretmemişti, papatyaların yapraklarında
uğur böceklerinin uyuduğunu,
yıldızların neden böyle geceleri parladığını..
Göstermemişti kimse doğayı,çicekleri,hayvanları
görememişti..
Sadece ben öğretemezdim..
Benim çocukluğum aklıma geldi o an;
döndüm geçmişe,
tebessümle andım..
Ege'nin şirin,sakin bir kasabasında geçti
çocukluğum..
Herkesin birbirini tanıyıp selamladığı
küçük şirin bir yerdi..
Ahmet'in oğlu,Mehmet'in kızısın dır ya, öölee..
Bir yabancı gelse ilçeye,sırıtır direkt..
En büyük eğlencemiz oyun oynamaktı..
'Sokakta oynamak' diye bir kavram vardı yani..
Alışveriş merkezi,cafe nedir bilmezdik..
Okula arkadaşlarla sırtımızda çantalarımız
şakalaşarak,yürüyerek gider, oynaya zıplaya
gelirdik..Öyle servis filan yoktu..
Hatta bazen çantalarımızı kenara kaldırıma atar,
oyuna dalardık..
Toprağı karıştırır,çanak çömlek yapar
Evcilik oynar,
hayaller kurardık..
Annelerimiz bu duruma hep alışkın, bizlere ekmek arası
bişiyler hazırlayıp pencereden yada balkondan verirdi..
Gönül rahatlığıyla zilleri çalar, su isterdik..
Mahalledeki teyzeler amcalar annemiz babamız gibiydi..
Susayınca evlerine gider, su içerdik..
ya da pencereden/balkondan bir sürahi uzatır
hepimiz aynı bardaktan kana kana içerdik..
Boynunda anahtarla büyümek başka bişiy..
Eve gelmek..kapını açmak,içeri girdiğinden itibaren kulağında telkinler:
''amaann kızım/oğlum, kapıyı kimseye açma'' diye uyarılar..
yemeğini ocakta kendin ısıtıp yemen..
bütün bunlar koruma içgüdüsüyle birlikte herşeye karşı
erken gardını almayı,korumayı,sorumluluğu öğretse de
Ruhsuz,gri betonların arasında çocuk olmak zor bence..
Her an başına gelebilecek tehlikeler ya da arasokaklarda
birşey olacak korkusuyla oyun oynamadık biz..
Sanki bütün mahalle evimiz gibiydi..
Meğer ne şanslıymışız,ne mutlu bir çocukluk geçirmişiz
diyorum istanbul ya da ankara da büyüyen bu çocukları görünce
Ağaca,toprağa hasret şimdiki çocuklar..
Domates kokusunu bilmiyor..
Soğuk, ruhsuz binalarda,
yığınların arasında oynuyor oyunlarını,
ama yine de gülümsüyor..
Anne Babalar da haklı..
Ruhunu paraya satmış gözü dönmüşler,
psikopatlar,organ mafyası, serikatilleri
her gün anahaberde izliyorlar..
Her an her tehlikenin başlarına gelebilme ihtimaliyle
gardını alıyorlar..
Tv,radyo ve devletin resmi sitelerinin bu bayram öncesi
''çocuklarınızı tanıdık dışında şeker toplamaya yollamayın'' uyarıları etkili
olmuş olacak ki,bu bayram kapımı sadece 3 çocuk çaldı..
onlar da bizim sitenin çocukları..
Kayserideki vakadan sonra
memleketteki psikopatlar yüzünden
''şeker harçlık toplama geleneği'' de tarih oldu..
Biz ev ev gezer büyüklerin ellerinden öper
kim para veriyorsa diğer cocuklara ihbar ederdik:)
harçlığımızı yada şekerlerimizi çocuksu bir heyecan işte,
hep beraber paylaşırdık..
Güvenle oynar,eğer anne/babamız evde yoksa
komşuda kalırdık..
Çıtı pıtı patlatır,kız kaçıran fişek seslerinden korkardık..
Kızları korkutup kaçan, saçlarımızı çekip kaçan yaramaz erkek
çocuklarını büyüklerimize şikayet ederdik..
Kavgalarımız olmadı öyle, hemen barıştırırlardı..
Öyle kanla filan bitmezdi tartışmalar,
hastanelere taşınmazdık..
yumruk,bıçak,sopa nedir bilmezdik..
Çok kızarsak arkadaşımıza, en fazla saçlarımızdan çeker,
hayvan adlarını sayar,belki biraz ağlar ama yine oyuna dalardık
Misket oynamaktan parmaklarımız acır ama devam ederdik
başaltı yapıp tüm misketleri 'ütmek' (?!) (kazanmak yani)
müthiş zevkti..
kağıttan sivri külah yapıp,kesilen hortumlarla çocuklarla
savaş yapmak.. keyifliydi tüm bunlar..
Azar iştirdik..'' hadi eveeee'' diye balkondan çağrılırdık
ama doymazdık..
Eve gidip gelen (ki sadece çişi gelen giderdi)
elinde mutlaka yüyecekle dönerdi..
domates ekmek,kurabiye veya meyva..
paylaşırdık..
Birbirimizin ekmeğine diş atardık..
üşenenler eve de gitmez,duvar dibine işerdi..:)
Oyunun en güzel yerinde bakkala gönderilmek vardı..
hayıflanarak gider,para üstünün sana kalma ihtimaliyle
sevinirdik..
hipermarket,avm ler yoktu..market bile yoktu..
Bildiğin 'mahalle bakkalı''
Cengiz Amcamız vardı..
''Hadi üstüyle kendinize bişiy alın'' dedndiği an
Cengiz Amcaya gider ozamanlar bakkallarda
satılan ençok sevdiğimiz şey,leblebi tozu yada elma şekeri
alırdık..Cengiz amcadan ciklet aşırdığımız da olmuştur :)
öğütülmüş leblebi ve pudra şekeri karışımı ile
elde edilen,kahve fincanı büyüklüğünde plastik kaplarda
satılan, yerken üflediğinizde curcunaya sebep olan
boğazınıza kaçıp öksürten ama eğlenceli bir üründü..
hele macun şekeri,kar helvası..
Sokak yiyecekleriydi bunlar..bunları satan amcalar
bağırarak sokağa gelir,çocuklar etrafına doluşurdu..
boyalı şekerleri macun kıvamına getirip yuvarlak bir bölmeli
tepside bulundurur,tahta bir çubuğa sarar verirlerdi..
kırmızı,sarısı ve beyaz olarak bilirdik
çilek,portakal,süt ve muz macun şekerini..
bahçelere dalar,dizlerimizin kanaması
düşmek pahasına ağaçlara çıkar erik çalardık..
Ege nin yerli köylüleri kadın,çoluk çocuk
pamuk toplamaya,çapaya,mandalinaya giderdi
işçileri toplamaya gelen traktörün peşine takılır,
pamuğa giderdik..
Aslında eğlence olsun diye biraz da meraktan
peşlerine takılırdık..
kozalar olgunlaştığında ilk iyi kalite olurmuş,
o yüzden biz çocuğuz oyalanalım diye bir tane düz
'arık' verirlerdi..'Arık' sıra,dizi demek ege türkçesiyle :)
Büyükler çift arık alıp toplarken, biz oynaya oynaya
bir arığı anca toplardık..
Büyükler alışkın oldukları için sapı tutup pamuğu hızlıca çekip
bellerine bağladıkları önlerindeki çuvala pamuğu atıp pamuk artığı
bırakmazken, bizim parmaklarımız acır ama devam ederdik..
işin sadece eğlencesindeydik o zaman ama gene de işe yaramanın
topluca bişiyler yapmanın hazzını paylaşıyorduk..
Çeribaşı'nın (tarla işçilerini yöneten kişi-:)
bağırmasıyla herkes öğle yemeğine oturur,
çıkınından bişiyler çıkarıp çayla birlikte yerdi.
elle domates ekmek salata yer,
iştahla ekmeğimizi bitirirdik..
Arığı bitirdiğimizde çuvallara doldurup pamuğu
traktörün olduğu yerdeki kantara götürmek için ilerlerdik
Hatta çocuk olduğumuzdan pamuğu iyice çuvala sıkıştırmamız için
pamuk balyalarının üzerine çıkartır,
üzerinde zıplamamızı çuvalı ezmemizi isterlerdi..
Heyecanla 'kim daha çok topladı acaba 'diye sabırsızca
beklerken,gün boyu çabamızın sonucunun sadece 5 kilo
olduğunu sonunda öğrenirdik :)
Eve döner heyecanla olup biteni anlatırdık
(farkettim ki buarada pamuk,bağ bahçe anılarımdan bir yazı daha çıkacak,
başka zamana saklıyorum)
Mutlu huzurlu çocukluk geçirmişiz gerçekten
Çocuğun oyun oynamasının,huzurlu mutlu bir
ortamda yetişmesinin önemi gerçekten ileriye dair
en büyük etken..
hayata dair bişiyler öğrenmesine,yaratıcılığının gelişmesine,
enerjisini boşaltabilmesine yarıyor..
Şu an baktığımda
parklar var ama içinde oynayan çocuklar yok..
evler var ama içlerinde yaşayanlar yok..
her yıl söküp yenilenen kaldırımlar,
lüx binalar,ışıl ışıl vitrinler,
girip çıkan yapay insanlar..
Ama Ruh yok..Buz gibi..
Benim değil malesef bu kültür..
Reklamlarla desteklenen beyni,ruhu
ele geçirilmiş insanlar olduk..
Birbirimize komşumuza tanıdıklarımıza
yabancı, yalnızlıklarımızı yaşar olduk..
İyi de neden böyle olduk?
Biz mi istemiştik?!..
Bunları istanbul'da haftasonu çocuklarını
alıp alışverişmerkezlerinde gününü geçirenleri
düşününce yazdım..
O zaman anımsadım bişiyleri..
Anneler,babalar ellerinde balonlar,
oyuncaklar çocuklar alışverişte,
mağaza ya da oyuncakçıda..
Çocuğun algısını genişletip birçok markanın
ve mağazanın olduğu alışveriş merkezlerine getirip
iki oyun salonunda playstation oynatıp,
fast food tarzı yiyeceklerle beslenip ve besleyip,
sonra çocuk birşey isteyip gözü kaldığında
koca alışverişmerkezinin ortasında çocuğa tokat
atan ve onunla böyle pazar günleri -güya- ilgilendiğini
düşünen ebeveynlere sözüm:
Bu kuşağı böyle yetiştirip,sonra da algısı böyle gelişen
çocuklardan büyüyünce 'yaa bizim çocuk hiçbirşeyden
tatmin olmuyor,ne yapsak mutlu olmuyor bir türlü''
diyerek şikayet etmek ne kadar doğru?
Biz arkadaslarla doğumgünlerinde evde toplanır,
annemin evde bizler için hazırladığı
nefis tostlarımızı limonatayla yer içerdik
Hamburger yüzü görmedik ama mutluyduk..
daha sağlıklı beslendiğimize kanaat getiriyorum şu an..
Bir tane bebeğimiz, arabamız olurdu belki ama
onunla kırılana kadar oynardık.
Şimdi bu metropol çocuklarını görünce aklıma çocukluğum,
mahallem,arkadaşlıklarım,ege'm geldi..
Ve tüm bu resme baktığımda amatör bir kalemden iyi
çiğnenmiş bir son söz:
Her toplum hakettiği gibi yönetilir, derler ya
hakettiği gibi de yaşar, diyelim mi?!
sınıflarla,
ilkokul 3 ve 4. sınıf öğrencilerine
ingilizce dersine girdim..
O dönem okulun Rehberlik Öğretmeni
Çocukların hayata dair
algılarını öğrenmek adına test hazırlamıstı..
Gündelik yaşamdan sorular içeren bir çalışma..
cevapları okuduktan sonra önce gülmüş,
sonra bayağı kritik yapmıştık..
İlkokul 3. sınıflar...ve soru şöyle:
-Süt nasıl olmakta,biliyor musunuz?
cevap: Karfur yapıyor :))
Önce tabi tebessüm ettik,güldük fian ama
sonra üzerine konustuk
Haklıydı...
Ne inek görmüştü çocuk, Ne mandıra..
Bilemezdi..
Carrefour sepetinin içinde büyüyordu çocuk..
reyon aralarında dolaşıp raflardan ürünler
alınıp sepete atılıyor,sonra kasaya gelinip
baba yada anne bir kart çıkarıp geçiriyor
poşetlerde alınanlarla birlikte eve dönülüyordu..
ee doğal olarak sütü karfur yapıyordu:)
O zamandan sonra durup düşündüğümde ' aslında ne zor dedim'
büyükşehirde yaşamak, hele büyükşehirde çocuk olmak..
Ne zor..
O çocuklara kimse öğretmemişti, papatyaların yapraklarında
uğur böceklerinin uyuduğunu,
yıldızların neden böyle geceleri parladığını..
Göstermemişti kimse doğayı,çicekleri,hayvanları
görememişti..
Sadece ben öğretemezdim..
Benim çocukluğum aklıma geldi o an;
döndüm geçmişe,
tebessümle andım..
Ege'nin şirin,sakin bir kasabasında geçti
çocukluğum..
Herkesin birbirini tanıyıp selamladığı
küçük şirin bir yerdi..
Ahmet'in oğlu,Mehmet'in kızısın dır ya, öölee..
Bir yabancı gelse ilçeye,sırıtır direkt..
En büyük eğlencemiz oyun oynamaktı..
'Sokakta oynamak' diye bir kavram vardı yani..
Alışveriş merkezi,cafe nedir bilmezdik..
Okula arkadaşlarla sırtımızda çantalarımız
şakalaşarak,yürüyerek gider, oynaya zıplaya
gelirdik..Öyle servis filan yoktu..
Hatta bazen çantalarımızı kenara kaldırıma atar,
oyuna dalardık..
Toprağı karıştırır,çanak çömlek yapar
Evcilik oynar,
hayaller kurardık..
Annelerimiz bu duruma hep alışkın, bizlere ekmek arası
bişiyler hazırlayıp pencereden yada balkondan verirdi..
Gönül rahatlığıyla zilleri çalar, su isterdik..
Mahalledeki teyzeler amcalar annemiz babamız gibiydi..
Susayınca evlerine gider, su içerdik..
ya da pencereden/balkondan bir sürahi uzatır
hepimiz aynı bardaktan kana kana içerdik..
Boynunda anahtarla büyümek başka bişiy..
Eve gelmek..kapını açmak,içeri girdiğinden itibaren kulağında telkinler:
''amaann kızım/oğlum, kapıyı kimseye açma'' diye uyarılar..
yemeğini ocakta kendin ısıtıp yemen..
bütün bunlar koruma içgüdüsüyle birlikte herşeye karşı
erken gardını almayı,korumayı,sorumluluğu öğretse de
Ruhsuz,gri betonların arasında çocuk olmak zor bence..
Her an başına gelebilecek tehlikeler ya da arasokaklarda
birşey olacak korkusuyla oyun oynamadık biz..
Sanki bütün mahalle evimiz gibiydi..
Meğer ne şanslıymışız,ne mutlu bir çocukluk geçirmişiz
diyorum istanbul ya da ankara da büyüyen bu çocukları görünce
Ağaca,toprağa hasret şimdiki çocuklar..
Domates kokusunu bilmiyor..
Soğuk, ruhsuz binalarda,
yığınların arasında oynuyor oyunlarını,
ama yine de gülümsüyor..
Anne Babalar da haklı..
Ruhunu paraya satmış gözü dönmüşler,
psikopatlar,organ mafyası, serikatilleri
her gün anahaberde izliyorlar..
Her an her tehlikenin başlarına gelebilme ihtimaliyle
gardını alıyorlar..
Tv,radyo ve devletin resmi sitelerinin bu bayram öncesi
''çocuklarınızı tanıdık dışında şeker toplamaya yollamayın'' uyarıları etkili
olmuş olacak ki,bu bayram kapımı sadece 3 çocuk çaldı..
onlar da bizim sitenin çocukları..
Kayserideki vakadan sonra
memleketteki psikopatlar yüzünden
''şeker harçlık toplama geleneği'' de tarih oldu..
Biz ev ev gezer büyüklerin ellerinden öper
kim para veriyorsa diğer cocuklara ihbar ederdik:)
harçlığımızı yada şekerlerimizi çocuksu bir heyecan işte,
hep beraber paylaşırdık..
Güvenle oynar,eğer anne/babamız evde yoksa
komşuda kalırdık..
Çıtı pıtı patlatır,kız kaçıran fişek seslerinden korkardık..
Kızları korkutup kaçan, saçlarımızı çekip kaçan yaramaz erkek
çocuklarını büyüklerimize şikayet ederdik..
Kavgalarımız olmadı öyle, hemen barıştırırlardı..
Öyle kanla filan bitmezdi tartışmalar,
hastanelere taşınmazdık..
yumruk,bıçak,sopa nedir bilmezdik..
Çok kızarsak arkadaşımıza, en fazla saçlarımızdan çeker,
hayvan adlarını sayar,belki biraz ağlar ama yine oyuna dalardık
Misket oynamaktan parmaklarımız acır ama devam ederdik
başaltı yapıp tüm misketleri 'ütmek' (?!) (kazanmak yani)
müthiş zevkti..
kağıttan sivri külah yapıp,kesilen hortumlarla çocuklarla
savaş yapmak.. keyifliydi tüm bunlar..
Azar iştirdik..'' hadi eveeee'' diye balkondan çağrılırdık
ama doymazdık..
Eve gidip gelen (ki sadece çişi gelen giderdi)
elinde mutlaka yüyecekle dönerdi..
domates ekmek,kurabiye veya meyva..
paylaşırdık..
Birbirimizin ekmeğine diş atardık..
üşenenler eve de gitmez,duvar dibine işerdi..:)
Oyunun en güzel yerinde bakkala gönderilmek vardı..
hayıflanarak gider,para üstünün sana kalma ihtimaliyle
sevinirdik..
hipermarket,avm ler yoktu..market bile yoktu..
Bildiğin 'mahalle bakkalı''
Cengiz Amcamız vardı..
''Hadi üstüyle kendinize bişiy alın'' dedndiği an
Cengiz Amcaya gider ozamanlar bakkallarda
satılan ençok sevdiğimiz şey,leblebi tozu yada elma şekeri
alırdık..Cengiz amcadan ciklet aşırdığımız da olmuştur :)
öğütülmüş leblebi ve pudra şekeri karışımı ile
elde edilen,kahve fincanı büyüklüğünde plastik kaplarda
satılan, yerken üflediğinizde curcunaya sebep olan
boğazınıza kaçıp öksürten ama eğlenceli bir üründü..
hele macun şekeri,kar helvası..
Sokak yiyecekleriydi bunlar..bunları satan amcalar
bağırarak sokağa gelir,çocuklar etrafına doluşurdu..
boyalı şekerleri macun kıvamına getirip yuvarlak bir bölmeli
tepside bulundurur,tahta bir çubuğa sarar verirlerdi..
kırmızı,sarısı ve beyaz olarak bilirdik
çilek,portakal,süt ve muz macun şekerini..
bahçelere dalar,dizlerimizin kanaması
düşmek pahasına ağaçlara çıkar erik çalardık..
Ege nin yerli köylüleri kadın,çoluk çocuk
pamuk toplamaya,çapaya,mandalinaya giderdi
işçileri toplamaya gelen traktörün peşine takılır,
pamuğa giderdik..
Aslında eğlence olsun diye biraz da meraktan
peşlerine takılırdık..
kozalar olgunlaştığında ilk iyi kalite olurmuş,
o yüzden biz çocuğuz oyalanalım diye bir tane düz
'arık' verirlerdi..'Arık' sıra,dizi demek ege türkçesiyle :)
Büyükler çift arık alıp toplarken, biz oynaya oynaya
bir arığı anca toplardık..
Büyükler alışkın oldukları için sapı tutup pamuğu hızlıca çekip
bellerine bağladıkları önlerindeki çuvala pamuğu atıp pamuk artığı
bırakmazken, bizim parmaklarımız acır ama devam ederdik..
işin sadece eğlencesindeydik o zaman ama gene de işe yaramanın
topluca bişiyler yapmanın hazzını paylaşıyorduk..
Çeribaşı'nın (tarla işçilerini yöneten kişi-:)
bağırmasıyla herkes öğle yemeğine oturur,
çıkınından bişiyler çıkarıp çayla birlikte yerdi.
elle domates ekmek salata yer,
iştahla ekmeğimizi bitirirdik..
Arığı bitirdiğimizde çuvallara doldurup pamuğu
traktörün olduğu yerdeki kantara götürmek için ilerlerdik
Hatta çocuk olduğumuzdan pamuğu iyice çuvala sıkıştırmamız için
pamuk balyalarının üzerine çıkartır,
üzerinde zıplamamızı çuvalı ezmemizi isterlerdi..
Heyecanla 'kim daha çok topladı acaba 'diye sabırsızca
beklerken,gün boyu çabamızın sonucunun sadece 5 kilo
olduğunu sonunda öğrenirdik :)
Eve döner heyecanla olup biteni anlatırdık
(farkettim ki buarada pamuk,bağ bahçe anılarımdan bir yazı daha çıkacak,
başka zamana saklıyorum)
Mutlu huzurlu çocukluk geçirmişiz gerçekten
Çocuğun oyun oynamasının,huzurlu mutlu bir
ortamda yetişmesinin önemi gerçekten ileriye dair
en büyük etken..
hayata dair bişiyler öğrenmesine,yaratıcılığının gelişmesine,
enerjisini boşaltabilmesine yarıyor..
Şu an baktığımda
parklar var ama içinde oynayan çocuklar yok..
evler var ama içlerinde yaşayanlar yok..
her yıl söküp yenilenen kaldırımlar,
lüx binalar,ışıl ışıl vitrinler,
girip çıkan yapay insanlar..
Ama Ruh yok..Buz gibi..
Benim değil malesef bu kültür..
Reklamlarla desteklenen beyni,ruhu
ele geçirilmiş insanlar olduk..
Birbirimize komşumuza tanıdıklarımıza
yabancı, yalnızlıklarımızı yaşar olduk..
İyi de neden böyle olduk?
Biz mi istemiştik?!..
Bunları istanbul'da haftasonu çocuklarını
alıp alışverişmerkezlerinde gününü geçirenleri
düşününce yazdım..
O zaman anımsadım bişiyleri..
Anneler,babalar ellerinde balonlar,
oyuncaklar çocuklar alışverişte,
mağaza ya da oyuncakçıda..
Çocuğun algısını genişletip birçok markanın
ve mağazanın olduğu alışveriş merkezlerine getirip
iki oyun salonunda playstation oynatıp,
fast food tarzı yiyeceklerle beslenip ve besleyip,
sonra çocuk birşey isteyip gözü kaldığında
koca alışverişmerkezinin ortasında çocuğa tokat
atan ve onunla böyle pazar günleri -güya- ilgilendiğini
düşünen ebeveynlere sözüm:
Bu kuşağı böyle yetiştirip,sonra da algısı böyle gelişen
çocuklardan büyüyünce 'yaa bizim çocuk hiçbirşeyden
tatmin olmuyor,ne yapsak mutlu olmuyor bir türlü''
diyerek şikayet etmek ne kadar doğru?
Biz arkadaslarla doğumgünlerinde evde toplanır,
annemin evde bizler için hazırladığı
nefis tostlarımızı limonatayla yer içerdik
Hamburger yüzü görmedik ama mutluyduk..
daha sağlıklı beslendiğimize kanaat getiriyorum şu an..
Bir tane bebeğimiz, arabamız olurdu belki ama
onunla kırılana kadar oynardık.
Şimdi bu metropol çocuklarını görünce aklıma çocukluğum,
mahallem,arkadaşlıklarım,ege'm geldi..
Ve tüm bu resme baktığımda amatör bir kalemden iyi
çiğnenmiş bir son söz:
Her toplum hakettiği gibi yönetilir, derler ya
hakettiği gibi de yaşar, diyelim mi?!
1 Eylül 2011 Perşembe
Eylül ve Ramazan...
Aylardan Eylül...
''Eylül hüzün ayıdır '' derler ya,
sanırım doğru
Herşey sarıya bürünmeye başlar ya hafiften
solar ya;
bu mudur insanı hüzne götüren?!
Bilinmez....
Ve aylardan eylül ama yanı sıra aynı zamanda Ramazan Bayramı...
Eski kuşaklar hatta benim çocukluğumda bile
bayramlar ev ev gezmeler yapılan,
büyüklerin elleri öpülen, ev baklavası yenilen,
harçlık toplanan,
hoş sohbet bayramlar olarak akıllarda yer etse de
artık ''kısa kafa dinlemek için güneye kaçılan tatil yapılan
birkaç günlük geziler için fırsat'' anlamında
şu an günümüzde bayram tatilleri..
Egenin şirin bir ilçesinde..
Çocukluğumun geçtiği yeşil, havuzu, parkı olan sitede dolaşıyorum..
Kulağımda ''çıtı pıtı'', ''kızkaçıran fişek'' sesleri...
tadı damağımda elma şekeri,leblebi tozu..
Gözlerim saçları kırmızı tokalarla 'at kuyruk' bağlanmış,
parmakları boğum boğum,
üzerinde beyaz kollu, kırmızı ekoseli, fırfırlı elbisesi,
ayağında uçları dantelli, beyaz kısa çoraplar
ve kırmızı tokalı rugan ayakkabılarıyla
''aç kapıyı bezirganbaşı'' nı oynayan kız çocuğunu aradı..
Henüz 6 yaşında...
Başucunda ayakkabılarıyla yatmış,
bayram sabahını zor etmiş şirin kız çocuğunu..
Göremedim..
Bayağı dolaştım çocukluğumun geçtiiği sokakları,
parkı, sallandığım salıncağı aradım..
Kızları korkutan şakalar yapan,
saçlarımızı çekip kaçan yaramaz erkek çocukları da yoktu..
'yakar top' oynayan ''cicilerini'' giymiş ''cici'' kızlar da...
Kendi bayramlığımı kendim aldığım bir bayram günündeyim..
Çocukluğuma yolculuk ediyorum...
Önce kucağında saatlerce sohbet ettiğim, bana hikayeler anlatan,
kocaman yürekli dedemi, ''bıyıklı tentene'' mi ziyaret ettim
ama bu sefer kabristanda..
Ağladım ben özlemle..
Yine hikayeler anlattı bana,
saatlerce konustuk yine, öğütler verdi
''Sabırlı ol'' dedi...
'' Kalbinde kin büyütme sakın!''
Sonra kalan üç-beş eş dost, tanıdığa rast geldim,bayramlaştık,
el öptüm..
Benim çocuğumun benim elimi öpmesine ise daha çok var...!!...
.........
.........
Eylül........
Hüzün............Ayrılık.....
Soluk her yer,ıssız..
O yüzden hüzün ile yan yana
O yüzden bir sızı titretir içimi..
Her gidiş, ardında tortulaşmış hüznü biriktirir.
Kalana, gidenin yasını tutmak düşer çokça.
Ya gidene?!
...........
Gidip döndükten sonra
herşeyi bıraktığı yerde bulmak istiyor insan..
Herşey değişiyor ama
O anlar, insanlar, mekanlar dursun istiyorsunuz
ama dallarında düşmek için fersiz bir serin rüzgarı bekleyen
yapraklarıyla titreyen sonbahar ağacı gibi Eylül ve kelimeler..
Ve Herşey..
..........
..........
Zaman geçiyor............
Değişiyor herşey!.....
''Eylül hüzün ayıdır '' derler ya,
sanırım doğru
Herşey sarıya bürünmeye başlar ya hafiften
solar ya;
bu mudur insanı hüzne götüren?!
Bilinmez....
Ve aylardan eylül ama yanı sıra aynı zamanda Ramazan Bayramı...
Eski kuşaklar hatta benim çocukluğumda bile
bayramlar ev ev gezmeler yapılan,
büyüklerin elleri öpülen, ev baklavası yenilen,
harçlık toplanan,
hoş sohbet bayramlar olarak akıllarda yer etse de
artık ''kısa kafa dinlemek için güneye kaçılan tatil yapılan
birkaç günlük geziler için fırsat'' anlamında
şu an günümüzde bayram tatilleri..
Egenin şirin bir ilçesinde..
Çocukluğumun geçtiği yeşil, havuzu, parkı olan sitede dolaşıyorum..
Kulağımda ''çıtı pıtı'', ''kızkaçıran fişek'' sesleri...
tadı damağımda elma şekeri,leblebi tozu..
Gözlerim saçları kırmızı tokalarla 'at kuyruk' bağlanmış,
parmakları boğum boğum,
üzerinde beyaz kollu, kırmızı ekoseli, fırfırlı elbisesi,
ayağında uçları dantelli, beyaz kısa çoraplar
ve kırmızı tokalı rugan ayakkabılarıyla
''aç kapıyı bezirganbaşı'' nı oynayan kız çocuğunu aradı..
Henüz 6 yaşında...
Başucunda ayakkabılarıyla yatmış,
bayram sabahını zor etmiş şirin kız çocuğunu..
Göremedim..
Bayağı dolaştım çocukluğumun geçtiiği sokakları,
parkı, sallandığım salıncağı aradım..
Kızları korkutan şakalar yapan,
saçlarımızı çekip kaçan yaramaz erkek çocukları da yoktu..
'yakar top' oynayan ''cicilerini'' giymiş ''cici'' kızlar da...
Kendi bayramlığımı kendim aldığım bir bayram günündeyim..
Çocukluğuma yolculuk ediyorum...
Önce kucağında saatlerce sohbet ettiğim, bana hikayeler anlatan,
kocaman yürekli dedemi, ''bıyıklı tentene'' mi ziyaret ettim
ama bu sefer kabristanda..
Ağladım ben özlemle..
Yine hikayeler anlattı bana,
saatlerce konustuk yine, öğütler verdi
''Sabırlı ol'' dedi...
'' Kalbinde kin büyütme sakın!''
Sonra kalan üç-beş eş dost, tanıdığa rast geldim,bayramlaştık,
el öptüm..
Benim çocuğumun benim elimi öpmesine ise daha çok var...!!...
.........
.........
Eylül........
Hüzün............Ayrılık.....
Soluk her yer,ıssız..
O yüzden hüzün ile yan yana
O yüzden bir sızı titretir içimi..
Her gidiş, ardında tortulaşmış hüznü biriktirir.
Kalana, gidenin yasını tutmak düşer çokça.
Ya gidene?!
...........
Gidip döndükten sonra
herşeyi bıraktığı yerde bulmak istiyor insan..
Herşey değişiyor ama
O anlar, insanlar, mekanlar dursun istiyorsunuz
ama dallarında düşmek için fersiz bir serin rüzgarı bekleyen
yapraklarıyla titreyen sonbahar ağacı gibi Eylül ve kelimeler..
Ve Herşey..
..........
..........
Zaman geçiyor............
Değişiyor herşey!.....
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)