Bahar akşamına ait nemli zamanların
ayyaş ayakları dolaşıyor suların üzerinde..
Bütün 'şey'ler, 'hiçbirşey'liğe alışırken,
bir dem şefkate sunacakları 'öz'lerini arıyorlar duvar diplerinde..
Mecalsiz bekleyişler mi bizi 'arabesk'leştiren?.
Acı solukluyor ciğerler..
Kasvetin dayanılmazlığı
Beyoğlunun kıdemli bir berduşu gibi..
'Bu kadar canı nasıl yanar sokakların,
diye düşünürken öğrendim;
kayboluşların bütün adresi onlara çıkıyormuş,
bir ''şiir'' için ölürlermiş meğer..
Hüzün..
Ne zamandır ayrı yaşıyor bizden.
Hastalıklı bakıyor, hiç görmüyormuşuz aslında.
Bidiklerimiz yalan..
Duyduklarımız yeraltı farelerinin sesleri..
Eğer mutluluk değilse acının kardeşi,
iki düşmanı taşır mı bu aciz bünye?
Yabancılaşıyoruz..
Uzaklaşıyoruz kendimizden...
Uçurum kenarına bırakıp kaçtığımız canların ahı tutuyor tek tek..
Felçli bir yetinme güdüsünün verdiği hazza muhtaç
sonu olmayan hikayelerden başka bir şey değil
geleceğimiz..
Çaresiziz..
Var olana karşı aciziz,
''aşk''larımız bile şuursuz bir ayaklanma..
Giden sevgililere nazire olsun diye çekemediğimiz acılarımız
yüzkarası mutluluğumuzun..
Ölümün rengi ''mavi''...Sahi gerçek ne?
................
................
Ölüm!...
Ne kadar bize bağlı ki yaşam ipinin ucu?
Ölümün üzengisini kim tutabiliyor ki,
bırakınca ruhumuz dört nala uçabilsin sonsuza?
Yaşarken ölümlü olduğunun bilincinde olabilmek,
yani yalnızlığı, yani kendimizi seçmek önemli bir gayret.
Arabesk bir yalnızlıktan söz etmiyorum..
Bu hayata yabancılaşmak anlamına gelmiyor;
kendimizle başbaşa kaldığımız ,kendimizi dinlediğimiz
zamanlarımız olmalı,diyorum
Suni bir yaşanmışlığın altını çiziyorum
Bir yerde okumuştum.
Cümle şöyleydi:
''Bir kutunun içinden bir başka kutunun içine bir kutu ile gidiyoruz..
Devamlı koşturma halinde bu.
Ev bir kutu,işyerindeki oda bir kutu ve binilen vasıta bir kutu''..
İnsanın kendisi bir kutu,yaşadığı hayat bir kutu,dünya bir kutu.
Ne kendisiyle, ne hayatla,ne dünyayla
yüzleşebiliyor.
O çok daha önemli uğraşların içinde!..
Durup düşünmeye vakti bile yok!.
Çok işi var;
bir çift gözü üzerinde yoğunlaştıracak
bir yığın imajın şuh yüzleri onu bekliyor.
Bir yerlerden kontrol altına alınmış gibiyiz..
Nasıl olacağımız,neler yapacağımız,
kaygılarımız, arzularımız, aşklarımız, tercihlerimiz..
bizim dışımızda belirleniyor..
Aslında başkalarının bize dair ürettiği,
kurguladığı bir hayatın yorgunlarıyız..
Her gün biraz daha eksiliyor,
kalbimizden uzak düşmüşlüğün içinde
diri seslerden yoksun kalıyoruz.
Her geçen gün farklı,
kendimize uzak biri oluyoruz.
Vestiyerleri var ruhlarımızın,binbir çeşit kostümleri astığımız..
çeşit çeşit,renk,renk,boy boy,karakter,karakter...
Travmalarını gizliyoruz odacıklarında beynimizin..
Düşünsene!..
Ya Sen?
Bugün hangi kostümünlesin?..
.........
Farkında değil misiniz?
Bu uzak düşmüşlüğün içinde
deli taylar gibi ölüme koşuyoruz..
Bana, sana, herkese dair düşünülen bu kısa notlardan sonra
sadece şunu biliyorum:
etrafta uçuşan seslerden sıyrılmak,
biraz kendimiz olmak ve
daha çok kalbimizden yana düşmek gerekiyor.
Niçin?
Herşeye duyarlı bir yürek için!...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder