12 Mart 2012 Pazartesi

Kaybedenler Kulübü


İzlediğim ve etkilendiğim filmleri paylaşmayı seviyorum..

Kaybedenler Kulübü de henüz izleme fırsatı bulduğum

ancak çok etkilenip beğendiğim farklı ve sıradışı bir film..

......

karşılıklı sohbet ediyormuş gibi rahat ve kimsenin kendilerini dinlediğinden

 haberleri yokmuş gibi özgür program sunan iki radyocu gencin hikayesi..

Alternatif farklı kitaplar basan yayınevi sahibi Kaan Çaydamlı

 ve sağlam bir plak koleksiyoneri olan Mete Avunduk..

çok fazla ortak noktada buluşup aslında toplumdada çok farklı kesimleri biraraya

getirerek ''Kaybedenler Kulübü'' nün oluşmasını şaşırarak izliyorlar..

Çünkü kendileri hiçbir para,statü amaç gözetmeksizin yaşadıkları hayatın

belli bir saatten sonra kitlelere ulaşabilceğini ve popüler olabileceğini

 hesaba katmıyorlar..

Filmde de bizimle paylaşılan,

Yiğit Özşener'in canlandırdığı Mete karakterinin annesi ile olan

 ilişkilerinden de anlaşılacağı üzere,

bu iki arkadaşın aslında maddi sorunları yok.

Hayata yenik başlamış karakterler değiller.

Yani  "kaybeden" değiller.

Çünkü onlar kaybetmeyi "tercih" ediyorlar..

Onların başarıyla, para pulla, şöhretle, lüks yaşamla işleri yok..

Üç kuruş kazanalım diye programlarının formatını değiştirmiyorlar mesela,

parasız yapıyorlar bu işi ve bu özgürlüğü de programda ağızlarına geleni söyleyerek,

kendilerine sansür uygulamayarak kullanıyorlar..

Tam da  aslında sansürün bu denli gündemimizde olduğu şu anlarda,

bu film yerine tam da cuk oturuyor.

'Bağımlı olmayı' sorgulamanızı sağlıyor.

Hayatı hiç ciddiye almıyormuş gibi yaşayan,

kadın erkek ilişkilerini 'ti' ye alan,-sex'i ve cinselliği

öne alsa da bazı sahneler- aslında kültürlü,

çok zeki,ciddi ciddi felsefe yapan,cesur,yeri geldiğinde

duygusal taraflarını ortaya koyan,komik iki adam olarak dikkat çekiyor..

Gündelik hayatlarında her gün yaşadıkları yapay birlikteliklerle

 ilgili sahneler hızlı geçerken,Kaan'ın aşık olmasıyla

Zeynep le geçirdiği sahneler ağır ve yakın çekilmesi aslında tam da

anlatılmak isteneni vurgulamış bence..

Sırf cinselliğin değil, aşkın var olduğunu kanıtlamak için ağır ve yakın çekimler..

Film çok başarılı bence..

Bunu da hikayeyi hiç bilmeyen duymamış izleyecileri

ya da sonradan duyarak izleyenleri de kurgusuyla

 hikayenin içine çekebilme gücüne bağlıyorum..








                                                                                           





''Zincirlerimizden başka kaybedecek bir şeyimiz yok''

''İnsanın yer yüzünde kendisine en uzak olduğu nokta, kendi sırtıdır aslında.''

''İnsan karar vererek aşık olmaz, sadece bir bakar, olmuş.''

''Cevabı olmayan herhangi bir şeyin sorusu da olmaz zaten sayın dinleyen.

Sorular sadece cevabı duymak isteğiyle var olurlar.''

aklımda kalan altı çizilen replikler..

Sağlam bir cast,senaryo ve teknik görüntülerle 'Tolga Örnek'

gerçekten çok iyi bir işe imza atmış..

İzlerken hayada dair çok şey bulup etkileniyor,

yalnızlığa, insan psikolojisine daha hakim oluyor,

'ya böyle adamlar da yaşamış mı Kadıköy sokaklarında '

 diye şaşırıyor,belki biraz imreniyor, belki gülümsüyor,

espirilere katılıyor ama çoğunlukla biraz daha çözebilmek istiyorsunuz..

Aslında Kaan'ın şu sözleri çok güzel özetliyor:

“Bazı insanlar aile kurmayı öğrenirler. Yani buna değer verirler.

 Bazıları ise başka bir takım şeylere, değer verirler.

Onlara değer verirken niye değer verdiğini düşünmez birey,

toplum içinde erimiş olan birey.

Toplum koleje girmeyi bir değer olarak sunduğu için

artık o kişiliğini yoksayma halidir.

Koleje girmek için yarışır, üniversiteye girmek için yarışır,

iyi bi işe girmek için yarışır, güzel bi kadınla evlenmek için yarışır.

 Devamlı bir yarış ve kazanma zorunluluğu.”

Mete biraz daha geride kalsa da ilişkiler açısından film de

 aslında Kaan'ın yaşadıkları ve bir anda aşık olmasıyla

başlayan karelerle 'Aşk' a dair de çok şey vurgulanıyor..

Önemli sahnelerden biri de Kaan radyodan sonra

 kızlarla takıldıktan sonra geç vakit eve geliyor

Zeynep’in onda kalacağını unutuor, Zeynep uyumamış durumda ve tartışıyorlar

Zeynep neden radyodaki her kıza “sizinle yatmış mıydık?” diye sorduğunu sorar.

Yönetmenin kurduğu  açı düzeni karakterlerin arkalarına gizlenip

onları izlermiş etkisi yaratıyor üzerimizde.

Birebir yaşadım sahneleri izlerken..

Kendi hayatınızdan çok şey buluyorsunuz..

Ve asıl bam teli ve etkilendiğim sahne şudur:

“Ben böyleyim” der Kaan, “sana hiç yalan söylemedim”.

 “Ya bunu anlarsın ya da s.ktir olup gidersin!”

Aşkın doğasındaki çatışma yaklaşma kaçma tam da burdadır..

Tam da burda taraf tutmamız istenir

Ya Kaan’ın yanında olup dürüstlüğünü takdir etmeli,

ya da klasik aile kurumuna bağlı (Kaan’ı ailesiyle tanıştırmayı planlayan)

kadının konumuna yerleşip -kendimizi muhafazakâr hissedip-

suçluluk duymamız gerekir.

Bunun dışında bir seçeneğimiz yoktur.

Zeynep gider ve kaybedenler de hayatlarına dönerler.

O ataerkil hayat tarzının da ne kadar gerçekten kaybedenlik olduğu tartışmalı.

Alternatif bağımsız hayat tarzının ne kadar kalıcı olduğu da..


Hoşça vakit geçirmek yada oyalanmak için olan kitleye göre değil film

Çok daha anlamlı ve derin kurgusu bence..

Sistem tarafından içselleştirdiğimiz o 'aidiyet duygusunu'

 şimdilerde sıradanlaşmış olduğunu farkettim..

Ve Anladım ki!..Aşk, bağımlılık, tutku ya da karşılıklı olması gereken bir duygu değildir;

Aşk, tadı çıkarılması gereken bir Şans tır!..






















Hiç yorum yok: