
Bir dönem bir vakıf okulunda orta ikinci
sınıflarla,
ilkokul 3 ve 4. sınıf öğrencilerine
ingilizce dersine girdim..
O dönem okulun Rehberlik Öğretmeni
Çocukların hayata dair
algılarını öğrenmek adına test hazırlamıstı..
Gündelik yaşamdan sorular içeren bir çalışma..
cevapları okuduktan sonra önce gülmüş,
sonra bayağı kritik yapmıştık..
İlkokul 3. sınıflar...ve soru şöyle:
-Süt nasıl olmakta,biliyor musunuz?
cevap: Karfur yapıyor :))
Önce tabi tebessüm ettik,güldük fian ama
sonra üzerine konustuk
Haklıydı...
Ne inek görmüştü çocuk, Ne mandıra..
Bilemezdi..
Carrefour sepetinin içinde büyüyordu çocuk..
reyon aralarında dolaşıp raflardan ürünler
alınıp sepete atılıyor,sonra kasaya gelinip
baba yada anne bir kart çıkarıp geçiriyor
poşetlerde alınanlarla birlikte eve dönülüyordu..
ee doğal olarak sütü karfur yapıyordu:)
O zamandan sonra durup düşündüğümde ' aslında ne zor dedim'
büyükşehirde yaşamak, hele büyükşehirde çocuk olmak..
Ne zor..
O çocuklara kimse öğretmemişti, papatyaların yapraklarında
uğur böceklerinin uyuduğunu,
yıldızların neden böyle geceleri parladığını..
Göstermemişti kimse doğayı,çicekleri,hayvanları
görememişti..
Sadece ben öğretemezdim..
Benim çocukluğum aklıma geldi o an;
döndüm geçmişe,
tebessümle andım..
Ege'nin şirin,sakin bir kasabasında geçti
çocukluğum..
Herkesin birbirini tanıyıp selamladığı
küçük şirin bir yerdi..
Ahmet'in oğlu,Mehmet'in kızısın dır ya, öölee..
Bir yabancı gelse ilçeye,sırıtır direkt..
En büyük eğlencemiz oyun oynamaktı..
'Sokakta oynamak' diye bir kavram vardı yani..
Alışveriş merkezi,cafe nedir bilmezdik..
Okula arkadaşlarla sırtımızda çantalarımız
şakalaşarak,yürüyerek gider, oynaya zıplaya
gelirdik..Öyle servis filan yoktu..
Hatta bazen çantalarımızı kenara kaldırıma atar,
oyuna dalardık..
Toprağı karıştırır,çanak çömlek yapar
Evcilik oynar,
hayaller kurardık..
Annelerimiz bu duruma hep alışkın, bizlere ekmek arası
bişiyler hazırlayıp pencereden yada balkondan verirdi..
Gönül rahatlığıyla zilleri çalar, su isterdik..
Mahalledeki teyzeler amcalar annemiz babamız gibiydi..
Susayınca evlerine gider, su içerdik..
ya da pencereden/balkondan bir sürahi uzatır
hepimiz aynı bardaktan kana kana içerdik..
Boynunda anahtarla büyümek başka bişiy..
Eve gelmek..kapını açmak,içeri girdiğinden itibaren kulağında telkinler:
''amaann kızım/oğlum, kapıyı kimseye açma'' diye uyarılar..
yemeğini ocakta kendin ısıtıp yemen..
bütün bunlar koruma içgüdüsüyle birlikte herşeye karşı
erken gardını almayı,korumayı,sorumluluğu öğretse de
Ruhsuz,gri betonların arasında çocuk olmak zor bence..
Her an başına gelebilecek tehlikeler ya da arasokaklarda
birşey olacak korkusuyla oyun oynamadık biz..
Sanki bütün mahalle evimiz gibiydi..
Meğer ne şanslıymışız,ne mutlu bir çocukluk geçirmişiz
diyorum istanbul ya da ankara da büyüyen bu çocukları görünce
Ağaca,toprağa hasret şimdiki çocuklar..
Domates kokusunu bilmiyor..
Soğuk, ruhsuz binalarda,
yığınların arasında oynuyor oyunlarını,
ama yine de gülümsüyor..
Anne Babalar da haklı..
Ruhunu paraya satmış gözü dönmüşler,
psikopatlar,organ mafyası, serikatilleri
her gün anahaberde izliyorlar..
Her an her tehlikenin başlarına gelebilme ihtimaliyle
gardını alıyorlar..
Tv,radyo ve devletin resmi sitelerinin bu bayram öncesi
''çocuklarınızı tanıdık dışında şeker toplamaya yollamayın'' uyarıları etkili
olmuş olacak ki,bu bayram kapımı sadece 3 çocuk çaldı..
onlar da bizim sitenin çocukları..
Kayserideki vakadan sonra
memleketteki psikopatlar yüzünden
''şeker harçlık toplama geleneği'' de tarih oldu..
Biz ev ev gezer büyüklerin ellerinden öper
kim para veriyorsa diğer cocuklara ihbar ederdik:)
harçlığımızı yada şekerlerimizi çocuksu bir heyecan işte,
hep beraber paylaşırdık..
Güvenle oynar,eğer anne/babamız evde yoksa
komşuda kalırdık..
Çıtı pıtı patlatır,kız kaçıran fişek seslerinden korkardık..
Kızları korkutup kaçan, saçlarımızı çekip kaçan yaramaz erkek
çocuklarını büyüklerimize şikayet ederdik..
Kavgalarımız olmadı öyle, hemen barıştırırlardı..
Öyle kanla filan bitmezdi tartışmalar,
hastanelere taşınmazdık..
yumruk,bıçak,sopa nedir bilmezdik..
Çok kızarsak arkadaşımıza, en fazla saçlarımızdan çeker,
hayvan adlarını sayar,belki biraz ağlar ama yine oyuna dalardık
Misket oynamaktan parmaklarımız acır ama devam ederdik
başaltı yapıp tüm misketleri 'ütmek' (?!) (kazanmak yani)
müthiş zevkti..
kağıttan sivri külah yapıp,kesilen hortumlarla çocuklarla
savaş yapmak.. keyifliydi tüm bunlar..
Azar iştirdik..'' hadi eveeee'' diye balkondan çağrılırdık
ama doymazdık..
Eve gidip gelen (ki sadece çişi gelen giderdi)
elinde mutlaka yüyecekle dönerdi..
domates ekmek,kurabiye veya meyva..
paylaşırdık..
Birbirimizin ekmeğine diş atardık..
üşenenler eve de gitmez,duvar dibine işerdi..:)
Oyunun en güzel yerinde bakkala gönderilmek vardı..
hayıflanarak gider,para üstünün sana kalma ihtimaliyle
sevinirdik..
hipermarket,avm ler yoktu..market bile yoktu..
Bildiğin 'mahalle bakkalı''
Cengiz Amcamız vardı..
''Hadi üstüyle kendinize bişiy alın'' dedndiği an
Cengiz Amcaya gider ozamanlar bakkallarda
satılan ençok sevdiğimiz şey,leblebi tozu yada elma şekeri
alırdık..Cengiz amcadan ciklet aşırdığımız da olmuştur :)
öğütülmüş leblebi ve pudra şekeri karışımı ile
elde edilen,kahve fincanı büyüklüğünde plastik kaplarda
satılan, yerken üflediğinizde curcunaya sebep olan
boğazınıza kaçıp öksürten ama eğlenceli bir üründü..
hele macun şekeri,kar helvası..
Sokak yiyecekleriydi bunlar..bunları satan amcalar
bağırarak sokağa gelir,çocuklar etrafına doluşurdu..
boyalı şekerleri macun kıvamına getirip yuvarlak bir bölmeli
tepside bulundurur,tahta bir çubuğa sarar verirlerdi..
kırmızı,sarısı ve beyaz olarak bilirdik
çilek,portakal,süt ve muz macun şekerini..
bahçelere dalar,dizlerimizin kanaması
düşmek pahasına ağaçlara çıkar erik çalardık..
Ege nin yerli köylüleri kadın,çoluk çocuk
pamuk toplamaya,çapaya,mandalinaya giderdi
işçileri toplamaya gelen traktörün peşine takılır,
pamuğa giderdik..
Aslında eğlence olsun diye biraz da meraktan
peşlerine takılırdık..
kozalar olgunlaştığında ilk iyi kalite olurmuş,
o yüzden biz çocuğuz oyalanalım diye bir tane düz
'arık' verirlerdi..'Arık' sıra,dizi demek ege türkçesiyle :)
Büyükler çift arık alıp toplarken, biz oynaya oynaya
bir arığı anca toplardık..
Büyükler alışkın oldukları için sapı tutup pamuğu hızlıca çekip
bellerine bağladıkları önlerindeki çuvala pamuğu atıp pamuk artığı
bırakmazken, bizim parmaklarımız acır ama devam ederdik..
işin sadece eğlencesindeydik o zaman ama gene de işe yaramanın
topluca bişiyler yapmanın hazzını paylaşıyorduk..
Çeribaşı'nın (tarla işçilerini yöneten kişi-:)
bağırmasıyla herkes öğle yemeğine oturur,
çıkınından bişiyler çıkarıp çayla birlikte yerdi.
elle domates ekmek salata yer,
iştahla ekmeğimizi bitirirdik..
Arığı bitirdiğimizde çuvallara doldurup pamuğu
traktörün olduğu yerdeki kantara götürmek için ilerlerdik
Hatta çocuk olduğumuzdan pamuğu iyice çuvala sıkıştırmamız için
pamuk balyalarının üzerine çıkartır,
üzerinde zıplamamızı çuvalı ezmemizi isterlerdi..
Heyecanla 'kim daha çok topladı acaba 'diye sabırsızca
beklerken,gün boyu çabamızın sonucunun sadece 5 kilo
olduğunu sonunda öğrenirdik :)
Eve döner heyecanla olup biteni anlatırdık
(farkettim ki buarada pamuk,bağ bahçe anılarımdan bir yazı daha çıkacak,
başka zamana saklıyorum)
Mutlu huzurlu çocukluk geçirmişiz gerçekten
Çocuğun oyun oynamasının,huzurlu mutlu bir
ortamda yetişmesinin önemi gerçekten ileriye dair
en büyük etken..
hayata dair bişiyler öğrenmesine,yaratıcılığının gelişmesine,
enerjisini boşaltabilmesine yarıyor..
Şu an baktığımda
parklar var ama içinde oynayan çocuklar yok..
evler var ama içlerinde yaşayanlar yok..
her yıl söküp yenilenen kaldırımlar,
lüx binalar,ışıl ışıl vitrinler,
girip çıkan yapay insanlar..
Ama Ruh yok..Buz gibi..
Benim değil malesef bu kültür..
Reklamlarla desteklenen beyni,ruhu
ele geçirilmiş insanlar olduk..
Birbirimize komşumuza tanıdıklarımıza
yabancı, yalnızlıklarımızı yaşar olduk..
İyi de neden böyle olduk?
Biz mi istemiştik?!..
Bunları istanbul'da haftasonu çocuklarını
alıp alışverişmerkezlerinde gününü geçirenleri
düşününce yazdım..
O zaman anımsadım bişiyleri..
Anneler,babalar ellerinde balonlar,
oyuncaklar çocuklar alışverişte,
mağaza ya da oyuncakçıda..
Çocuğun algısını genişletip birçok markanın
ve mağazanın olduğu alışveriş merkezlerine getirip
iki oyun salonunda playstation oynatıp,
fast food tarzı yiyeceklerle beslenip ve besleyip,
sonra çocuk birşey isteyip gözü kaldığında
koca alışverişmerkezinin ortasında çocuğa tokat
atan ve onunla böyle pazar günleri -güya- ilgilendiğini
düşünen ebeveynlere sözüm:
Bu kuşağı böyle yetiştirip,sonra da algısı böyle gelişen
çocuklardan büyüyünce 'yaa bizim çocuk hiçbirşeyden
tatmin olmuyor,ne yapsak mutlu olmuyor bir türlü''
diyerek şikayet etmek ne kadar doğru?
Biz arkadaslarla doğumgünlerinde evde toplanır,
annemin evde bizler için hazırladığı
nefis tostlarımızı limonatayla yer içerdik
Hamburger yüzü görmedik ama mutluyduk..
daha sağlıklı beslendiğimize kanaat getiriyorum şu an..
Bir tane bebeğimiz, arabamız olurdu belki ama
onunla kırılana kadar oynardık.
Şimdi bu metropol çocuklarını görünce aklıma çocukluğum,
mahallem,arkadaşlıklarım,ege'm geldi..
Ve tüm bu resme baktığımda amatör bir kalemden iyi
çiğnenmiş bir son söz:
Her toplum hakettiği gibi yönetilir, derler ya
hakettiği gibi de yaşar, diyelim mi?!